10 Nisan 2014 Perşembe

YAPISAL İŞLEVSELCİLİK - AHMET ÇETIN

                Yapısal işlevselcilik
                                                                                                                          AHMET ÇETIN*
                       "İnsan, gözü olduğu için görmez, görme işlevini yerine getirmek için göz oluşur."
Öncelikle yapısal işlevselcilik ontolojik olarak Holistik paradigma içerisinde değerlendirilebilir. Esas itibariyle metodolojik bir araç olarak sosyoloji disiplini içerisinde kullanılmakta olan bu yaklaşım; siyaset bilimi, antropoloji, psikoloji, sosyobiyoloji, sosyal psikoloji gibi disiplinler ve alt disiplinler bünyesinde sosyal bilimler alanında önemli bir hareket noktası konumundadır. 19. yy.da Herbert Spencer'ın organizmacı toplum yapısı yaklaşımı ile bağlantılı olarak gelişen, ama asıl olarak işlevselci yaklaşımın devamı niteliğindeki bu metodolojik yaklaşım, özellikle 20. yüzyılda Talcott Parsons ile şekillenmiştir. Kuramsal çerçeve açısından antropoloji disiplinindeki en önemli kuramcıları Bronislaw Malinowski ve Alfred Radcliffe-Brown'dır. Sosyolojik gelişim çizgisinde bu yaklaşımın en önemli kuramcıları Herbert Spencer, Emile Durkheim, Talcott Parsons, Robert K. Merton ve David Keen'dir.[1]
Üzerine düşünülen konu öncelikle toplum ve yapısıdır. Sosyal fenomenlerin tahlilinde toplum yapısı ve işlevleri ortaya konulur. Başlıca şu sorulara verilebilecek cevaplar çerçevesinde bilimsel nitelik bu bakış açısıyla şekillenir: Sistem ne üzerinde yoğunlaşmıştır, işleyiş biçimi, değişimin nasıl gerçekleştiği ve üretilenin ne yönde çıktılar verdiği. Bu kuram çerçevesinde toplumun yapısı ve işlevleri dikkate alınır. Önemli olan ve ortaya konulmaya çalışılan, toplumun bir bütünlük içerisinde kendi sürekliliğini sağlamasının izahıdır. Bu durum organik toplum modeli baz alınarak izah edilmektedir. İşlevselci yaklaşım statükodan yana olmaktan öte, daha çok değişimi vurgulamak istemez. Değişim; toplumsal sistemi, parçalar arasındaki bütünleyici ahengi yıpratabilir hatta bozabilir. Bu durumda toplumsal işlev yıpranacak ve kendisini yeniden inşa edecek ve düzene oturtacaktır. Çatışma durumu da benzer şekilde sistemin işleyişi, düzeni ve sürekliliği için kaçınılması gereken bir durumdur. İşlevselcilik bu temel düşünüş üzerinden hareket ettiği için statükocu olarak nitelendirilmektedir.
Yapısal işlevselci yaklaşıma göre toplumun çekirdeği bireydir. Toplumun alt sistemleri bireylerin bir aradalığı ile oluşur. Tek tek bireylerin bütünlüğü alt sistemleri, alt sistemlerin işlevsel bütünlüğü ise sistemi meydana getirir. Birey, toplumsal bir rol içerisinde ele alınır ve yapısal işlevselcilik bu role sahip bireye "aktör" demektedir. Birey aynı zamanda sahip olduğu role uygun bir statü içerisinde yer alır ve rol kavramı statü ile birlikte anlam kazanır. Durkheim büyük oranda Auguste Comte'un organizmacı pozitivizminden dayanak bularak toplumsal yapıyı organizma benzeri bir hal ile açıklamıştır. Yapısal işlevselci yaklaşımın en büyük temsilcilerinden Talcott Parsons'a göre de bu örnekten yola çıkılabilir. Toplumsal değişme, Parsons'un belirttiği şekilde, toplumsal sistemin bir bütün halinde çalıştığı ve bu bütünün karmaşık yapısının kendi içerisinde bir uyumu barındırdığı savından yola çıkılarak değerlendirilmektedir. Sistem, kusursuz biçimde işleyebilmenin yöntemlerini kendine içkin biçimde meydana getirmektedir. Herhangi bir "kusursuzluk"tan sapma hali, hızlı biçimde tekrar düzenli hale geçişi ve uyumu ardında taşır.Parsons'a göre yapısal işlevselci kuramsal perspektif ile bağlantılı olarak 4 görünüm ışığında toplumsal değişim tartışılabilir:1)Farklılaştırma2)Uyumlu yükseltme3)Kapsama4)Gerçek değerleme 
Sosyal Bilimlerde, özellikle Sosyoloji ve Sosyokültürel Antropoloji disiplinlerinde esas olarak en derinde bireysel biyolojik gereksinimleri yerine getirme temelinde ortak çareler arayarak tesis edilmiş olan toplumsal kurumları ya da kurumlaşmayı açıklamaya çalışan bir paradigmadır. Sosyal gereksinimleri yerine getiren sosyal kurumların bunu yerine getiriş biçimlerine; özellikle istikrarlı, kararlı toplum yapısı üzerine odaklanır. İşlevselcilik, yaklaşımın diğer öğretileri ile beraber ana sosyolojik yaklaşımdır. Tıpkı çatışmacı kuram ve etkileşimcilik gibi. İşlevselcilik, önce Emile Durkheim ile şekillenmiş daha sonra ise yakın yüzyılda Talcott Parsons tarafından geliştirilmiştir. Aynı zamanda 20.yy. sosyologları tarafından da kurama çok önemli katkılar yapılmıştır ve bu yaklaşım 1970'lere kadar, yani yeni ve eleştirel argümanlarla karşılaşıncaya kadar popüler etkinliğini sürdürmüştür.
İşlevselcilik, yapı ve toplumun işleyişi ile ilgilenir. İşlevselciler toplumu, varlığını devam ettirebilmesi için gereklilikleri yerine getirirken beraber işleyen, birbirine bağımlı birimlerin bütünlüğü olarak görürler. İnsanlar toplumun ihtiyaçlarını yerine getiren davranışlar ve roller içerisinde sosyalleşirler. İşlevselciler yapının toplum içindeki davranış biçimi olduğunu söylerler. Onlar, kuralların ve düzenlemelerin toplumunun üyeleri arasındaki karşılıklı organize ilişkilere yardım ettiğini savunurlar. Değerler, normlar ve rollere göre şekillenen davranışlara genel anlamda rehberlik yaparlar. Aile, ekonomi, eğitim, politik sistemler gibi toplumun kurumları, sosyal yapının ana görünümleridir. Bu kurumlar, normlar arası ilişkiyi ya da roller arası iletişimi kurar. Örneğin aile kurumunda iletişimi, bağlılığı sağlayan roller, eşler arası, anne, baba, çocuklar arası bir işlev görür.
Kuram birkaç anahtar kavram etrafında temellenir. İlk olarak toplum, dengeyi sağlama eğiliminde olan birbirine bağımlı parçaların toplamı bir "sistem" olarak görülür. İkincisi toplumda, nüfusun yeniden üretimi gibi yaşamsal önemde değerlendirilmesi gereken işlevsel gereklilikler vardır. Üçüncüsü ise, kurumların bir işlev sundukları için var oldukları görülür.İşlevselciler, toplum ile büyük bir vücudun işlevini yerine getirebilmesi için birlikte çalışan parçalar(organlar) veya sistemlerden oluşan canlı bir organizma arasında kıyaslama, benzetme yapılabileceğini öne sürerler. Buna yönelik örnek varlığın ortaya çıkışı ile ilgili veya sistem teorisinde görülebilir. İşlevselci sosyologlar, aile, eğitim, din, hukuk, medya vs. gibi toplumun farklı parçalarının, toplumun tümünün işlevini oluşturan, buna katkı sağlayan ögeler olarak görülmesi zorunluluğundan bahsederler. Bu "organik analoji", varlığın birbirine sıkıca bağlı organik biçimini oluşturan farklı parçalarını ve buna benzer şekilde beraber işleyen farklı parçalardan oluşan sosyal bir sistem biçimini, bu benzeşmeyi anlatır. Talcott Parsons, yoğun biçimde Durkheim, Max Weber'den etkilendi ve çalışmalarının çoğuna onların kuramlarını sentezledi. Parsons'un isteği temel bir toplumsal kuram geliştirmekti, fakat O, birey ve eylem üzerine tartışarak işe başladı. O 'sosyal sistemin bireylerin faaliyetlerinden oluştuğunu' ifade etti.Onun çıkış noktası bireyler arasındaki karşılıklı etkileşimdi.Bireyler, davranışlarını nasıl şekillendirecekleri ile ilgili çeşitli seçimler ile yüz yüze bırakılırlar. Ancak, bu seçimler sosyal ve fiziksel faktörler tarafından koşullandırılır ve etkilenir. Persons, her bir bireyin beklentilerinin olduğunu ve bu beklentilerin diğer bireyler tarafından etkilenmiş[2]


Parsons çağdaş toplumu, pek çok yazardan farklı olarak kapitalist bir toplum olarak değerlendirmemektedir. Modern toplum olarak kabul ettiği bu toplumsal oluşum kapitalist ekonomiyi içermekle beraber kapitalist olmayan sosyal unsurları da barındırmaktadır. Bunun en iyi örneği tıpta görülmektedir. Tıp profesyonelleri fedakarlık içinde, etik kuralları çerçevesinde çalışmaktadırlar ve bu durum ekonomik kaygılardan uzaktadır. Buna ek olarak, Parsons, hastalığın salt biyolojik bir olgu olarak kabul edilmesine karşı bir duruş sergilemektedir. Bununla beraber, hasta olmanın hasta rolüne girmeyi ve tıp profesyoneli tarafından kontrol edilmeyi gerektirdiğini ifade etmektedir. Genel olarak, Parsons’un yaklaşımının Marxist bakış açısına alternatif olarak ortaya konulduğu ileri sürmek mümkündür. Çatışmadan ziyade bir araya gelmeyi sağlayacak unsurlara vurgu yapmaktadır. Sosyal yaşamın bütünü ile ekonomik temelli olması durumunda, Durkheim’in dediği gibi kişilerin kendi çıkarlarını maksimize etme girişiminde bulunacaklarını ve bunun sonucunda ise, dayanışmanın ortadan kalkacağını ileri sürmektedir. Ancak, sosyal hayatta durum bu şekilde değildir. Tıp bunun en iyi örneğidir. Toplum, rollerini yerine getiren çeşitli aktörlerden oluşmaktadır. Bu aktörlerin rolleri yerine getirmede, insani duygular önemlidir. Doktorlar, iş adamlarından farklıdırlar ve hastalarını müşteri olarak değerlendirmemektedirler.[3] İşlevselcilik, Sosyal Bilimlerde, özellikle Sosyoloji ve Sosyokültürel Antropoloji disiplinlerinde, işlevselcilik(işlevsel analiz olarak da adlandırılır) esas olarak en derininde bireysel biyolojik gereksinimleri yerine getirme temelinde ortak çareler arayarak tesis edilmiş olan toplumsal kurumları ya da kurumlaşmayı açıklamaya çalışan bir paradigmadır. Sosyal gereksinimleri yerine getiren sosyal kurumların bunu yerine getiriş biçimlerine, özellikle istikrarlı, kararlı toplum yapısı üzerine odaklanır. İşlevselcilik, yaklaşımın diğer öğretileri ile beraber ana sosyolojik yaklaşımdır. Tıpkı çatışmacı kuram ve etkileşimcilik gibi. İşlevselcilik, önce Emile Durkheim ile şekillenmiş daha sonra ise yakın yüzyılda Talcott Parsons tarafından geliştirilmiştir. Aynı zamanda 20.yy. sosyologları tarafından da kurama çok önemli katkılar yapılmıştır ve bu yaklaşım 1970'lere kadar, yani yeni ve eleştirel argümanlarla karşılaşıncaya kadar popüler etkinliğini sürdürmüştür. İşlevselcilik, yapı ve toplumun işleyişi ile ilgilenir. İşlevselciler toplumu, varlığını devam ettirebilmesi için gereklilikleri yerine getirirken beraber işleyen, birbirine bağımlı birimlerin bütünlüğü olarak görürler. İnsanlar toplumun ihtiyaçlarını yerine getiren davranışlar ve roller içerisinde sosyalleşirler. İşlevselciler yapının toplum içindeki davranış biçimi olduğunu söylerler. Onlar, kuralların ve düzenlemelerin toplumunun üyeleri arasındaki karşılıklı organize ilişkilere yardım ettiğini savunurlar. Değerler, normlar ve rollere göre şekillenen davranışlara genel anlamda rehberlik yaparlar. Aile, ekonomi, eğitim, politik sistemler gibi toplumun kurumları, sosyal yapının ana görünümleridir. Bu kurumlar, normlar arası ilişkiyi ya da roller arası iletişimi kurar. Örneğin aile kurumunda iletişimi, bağlılığı sağlayan roller, eşler arası, anne, baba, çocuklar arası bir işlev görür. Kuram bir kaç anahtar kavram etrafında temellenir. İlk olarak toplum, dengeyi sağlama eğiliminde olan birbirine bağımlı parçaların toplamı bir " sistem" olarak görülür. İkincisi toplumda, nüfusun yeniden üretimi gibi yaşamsal önemde değerlendirilmesi gereken işlevsel gereklilikler vardır. Üçüncüsü ise, bir işlev sunan kurumlar oldukları için var oldukları görülür.İşlevselciler, toplum ile büyük bir vücudun işlevini yerine getirebilmesi için birlikte çalışan parçalar(organlar) veya sistemlerden oluşan canlı bir organizma arasında kıyaslama, benzetme yapılabileceğini öne sürerler.

Kaynakça

                                                                                                                                                                 
 Kongar, Emre, "Toplumsal Değişme", Remzi Kitabevi, , İstanbul ,1985.
Hacettepe.Edu.Tr, Toplum Bilim Kuramları, İşlevselcilik
Anadolu Üniversitesi,Sosyal Psikoloji Kitabı.




* MUŞ ALPARSLAN ÜNİVERSİTESİ SOSYOLOJİ BÖLÜMÜ 2 SOSYAL PSİKOLOJİ
[1] Emre,kongar "Toplumsal Değişme", Remzi kitabevi, , İstanbul ,1985
[2]  Hacettepe.edu.tr, Toplum bilim kuramları, işlevselcilik

[3] Sosyal psikoloji Anadolu Üniversitesi s.160

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder