Yapısal işlevselcilik
AHMET ÇETIN*
"İnsan, gözü olduğu için görmez,
görme işlevini yerine getirmek için göz oluşur."
Öncelikle
yapısal işlevselcilik ontolojik olarak Holistik paradigma içerisinde değerlendirilebilir. Esas itibariyle metodolojik bir araç
olarak sosyoloji disiplini
içerisinde kullanılmakta olan bu yaklaşım; siyaset bilimi, antropoloji, psikoloji, sosyobiyoloji, sosyal psikoloji gibi
disiplinler ve alt disiplinler bünyesinde sosyal bilimler alanında
önemli bir hareket noktası konumundadır. 19. yy.da Herbert Spencer'ın
organizmacı toplum yapısı yaklaşımı ile bağlantılı olarak gelişen, ama asıl
olarak işlevselci yaklaşımın devamı niteliğindeki bu metodolojik yaklaşım,
özellikle 20. yüzyılda Talcott Parsons ile
şekillenmiştir. Kuramsal çerçeve açısından antropoloji
disiplinindeki en önemli kuramcıları Bronislaw Malinowski ve Alfred Radcliffe-Brown'dır. Sosyolojik gelişim çizgisinde
bu yaklaşımın en önemli kuramcıları Herbert Spencer, Emile Durkheim, Talcott Parsons, Robert K. Merton ve David Keen'dir.[1]
Üzerine
düşünülen konu öncelikle toplum ve
yapısıdır. Sosyal fenomenlerin tahlilinde
toplum yapısı ve işlevleri ortaya konulur. Başlıca şu sorulara verilebilecek
cevaplar çerçevesinde bilimsel nitelik bu bakış açısıyla şekillenir: Sistem ne
üzerinde yoğunlaşmıştır, işleyiş biçimi, değişimin nasıl gerçekleştiği ve
üretilenin ne yönde çıktılar verdiği. Bu kuram çerçevesinde toplumun yapısı ve
işlevleri dikkate alınır. Önemli olan ve ortaya konulmaya çalışılan, toplumun
bir bütünlük içerisinde kendi sürekliliğini sağlamasının izahıdır. Bu durum organik toplum modeli baz
alınarak izah edilmektedir. İşlevselci yaklaşım statükodan yana
olmaktan öte, daha çok değişimi vurgulamak istemez. Değişim; toplumsal sistemi, parçalar arasındaki bütünleyici
ahengi yıpratabilir hatta bozabilir. Bu durumda toplumsal işlev yıpranacak ve
kendisini yeniden inşa edecek ve düzene oturtacaktır. Çatışma durumu da benzer
şekilde sistemin işleyişi, düzeni ve sürekliliği için kaçınılması gereken bir
durumdur. İşlevselcilik bu temel
düşünüş üzerinden hareket ettiği için statükocu olarak nitelendirilmektedir.
Yapısal işlevselci yaklaşıma
göre toplumun çekirdeği bireydir. Toplumun alt sistemleri bireylerin bir
aradalığı ile oluşur. Tek tek bireylerin bütünlüğü alt sistemleri, alt
sistemlerin işlevsel bütünlüğü ise sistemi meydana getirir. Birey, toplumsal bir rol
içerisinde ele alınır ve yapısal işlevselcilik bu role sahip bireye
"aktör" demektedir. Birey aynı zamanda sahip olduğu role uygun bir
statü içerisinde yer alır ve rol kavramı statü ile birlikte anlam kazanır. Durkheim
büyük oranda Auguste Comte'un organizmacı pozitivizminden
dayanak bularak toplumsal yapıyı organizma benzeri bir hal ile açıklamıştır.
Yapısal işlevselci yaklaşımın en büyük temsilcilerinden Talcott
Parsons'a göre de bu örnekten yola çıkılabilir. Toplumsal değişme, Parsons'un belirttiği şekilde,
toplumsal sistemin bir bütün halinde çalıştığı ve bu bütünün karmaşık yapısının
kendi içerisinde bir uyumu barındırdığı savından yola çıkılarak
değerlendirilmektedir. Sistem, kusursuz biçimde işleyebilmenin yöntemlerini
kendine içkin biçimde meydana getirmektedir. Herhangi bir
"kusursuzluk"tan sapma hali, hızlı biçimde tekrar düzenli hale geçişi
ve uyumu ardında taşır.Parsons'a göre yapısal işlevselci kuramsal perspektif
ile bağlantılı olarak 4 görünüm ışığında toplumsal değişim tartışılabilir:1)Farklılaştırma2)Uyumlu
yükseltme3)Kapsama4)Gerçek değerleme
Sosyal
Bilimlerde, özellikle Sosyoloji
ve Sosyokültürel Antropoloji disiplinlerinde esas olarak en
derinde bireysel biyolojik gereksinimleri yerine getirme temelinde ortak
çareler arayarak tesis edilmiş olan toplumsal kurumları ya da kurumlaşmayı
açıklamaya çalışan bir paradigmadır. Sosyal gereksinimleri yerine getiren sosyal
kurumların bunu yerine getiriş biçimlerine; özellikle istikrarlı, kararlı
toplum yapısı üzerine odaklanır. İşlevselcilik, yaklaşımın diğer öğretileri ile
beraber ana sosyolojik yaklaşımdır. Tıpkı çatışmacı kuram ve etkileşimcilik gibi.
İşlevselcilik, önce Emile Durkheim ile şekillenmiş daha sonra ise yakın
yüzyılda Talcott Parsons tarafından geliştirilmiştir.
Aynı zamanda 20.yy. sosyologları tarafından da kurama çok önemli katkılar
yapılmıştır ve bu yaklaşım 1970'lere kadar, yani yeni ve eleştirel argümanlarla
karşılaşıncaya kadar popüler etkinliğini sürdürmüştür.
İşlevselcilik, yapı ve
toplumun işleyişi ile ilgilenir. İşlevselciler toplumu, varlığını devam
ettirebilmesi için gereklilikleri yerine getirirken beraber işleyen, birbirine
bağımlı birimlerin bütünlüğü olarak görürler. İnsanlar toplumun ihtiyaçlarını
yerine getiren davranışlar ve roller içerisinde sosyalleşirler. İşlevselciler
yapının toplum içindeki davranış biçimi olduğunu söylerler. Onlar, kuralların
ve düzenlemelerin toplumunun üyeleri arasındaki karşılıklı organize ilişkilere
yardım ettiğini savunurlar. Değerler, normlar ve rollere göre şekillenen
davranışlara genel anlamda rehberlik yaparlar. Aile, ekonomi,
eğitim,
politik sistemler gibi toplumun kurumları, sosyal yapının ana görünümleridir.
Bu kurumlar, normlar arası ilişkiyi ya da roller arası iletişimi kurar. Örneğin
aile kurumunda iletişimi, bağlılığı sağlayan roller, eşler arası, anne, baba, çocuklar arası bir
işlev görür.
Kuram birkaç anahtar kavram
etrafında temellenir. İlk olarak toplum, dengeyi sağlama eğiliminde olan
birbirine bağımlı parçaların toplamı bir "sistem"
olarak görülür. İkincisi toplumda, nüfusun yeniden üretimi gibi yaşamsal önemde
değerlendirilmesi gereken işlevsel gereklilikler vardır. Üçüncüsü ise,
kurumların bir işlev sundukları için var oldukları görülür.İşlevselciler,
toplum ile büyük bir vücudun işlevini yerine getirebilmesi için birlikte
çalışan parçalar(organlar) veya sistemlerden oluşan canlı bir organizma
arasında kıyaslama, benzetme yapılabileceğini öne sürerler. Buna yönelik örnek
varlığın ortaya çıkışı ile ilgili veya sistem teorisinde görülebilir.
İşlevselci sosyologlar, aile, eğitim, din, hukuk, medya vs. gibi toplumun
farklı parçalarının, toplumun tümünün işlevini oluşturan, buna katkı sağlayan
ögeler olarak görülmesi zorunluluğundan bahsederler. Bu "organik
analoji", varlığın birbirine sıkıca bağlı organik biçimini oluşturan
farklı parçalarını ve buna benzer şekilde beraber işleyen farklı parçalardan
oluşan sosyal bir sistem biçimini, bu benzeşmeyi anlatır. Talcott Parsons,
yoğun biçimde Durkheim,
Max
Weber'den etkilendi ve çalışmalarının çoğuna onların kuramlarını
sentezledi. Parsons'un isteği temel bir toplumsal kuram geliştirmekti, fakat O,
birey ve eylem üzerine tartışarak işe başladı. O 'sosyal sistemin bireylerin
faaliyetlerinden oluştuğunu' ifade etti.Onun çıkış noktası bireyler arasındaki
karşılıklı etkileşimdi.Bireyler, davranışlarını nasıl şekillendirecekleri ile
ilgili çeşitli seçimler ile yüz yüze bırakılırlar. Ancak, bu seçimler sosyal ve
fiziksel faktörler tarafından koşullandırılır ve etkilenir. Persons, her bir
bireyin beklentilerinin olduğunu ve bu beklentilerin diğer bireyler tarafından
etkilenmiş[2]
Parsons çağdaş toplumu, pek çok yazardan farklı
olarak kapitalist bir toplum olarak değerlendirmemektedir. Modern toplum olarak
kabul ettiği bu toplumsal oluşum kapitalist ekonomiyi içermekle beraber kapitalist
olmayan sosyal unsurları da barındırmaktadır. Bunun en iyi örneği tıpta
görülmektedir. Tıp profesyonelleri fedakarlık içinde, etik kuralları
çerçevesinde çalışmaktadırlar ve bu durum ekonomik kaygılardan uzaktadır. Buna
ek olarak, Parsons, hastalığın salt biyolojik bir olgu olarak kabul edilmesine
karşı bir duruş sergilemektedir. Bununla beraber, hasta olmanın hasta rolüne
girmeyi ve tıp profesyoneli tarafından kontrol edilmeyi gerektirdiğini ifade
etmektedir. Genel olarak, Parsons’un yaklaşımının Marxist bakış açısına
alternatif olarak ortaya konulduğu ileri sürmek mümkündür. Çatışmadan ziyade
bir araya gelmeyi sağlayacak unsurlara vurgu yapmaktadır. Sosyal yaşamın bütünü
ile ekonomik temelli olması durumunda, Durkheim’in dediği gibi kişilerin kendi
çıkarlarını maksimize etme girişiminde bulunacaklarını ve bunun sonucunda ise, dayanışmanın
ortadan kalkacağını ileri sürmektedir. Ancak, sosyal hayatta durum bu şekilde
değildir. Tıp bunun en iyi örneğidir. Toplum, rollerini yerine getiren çeşitli
aktörlerden oluşmaktadır. Bu aktörlerin rolleri yerine getirmede, insani
duygular önemlidir. Doktorlar, iş adamlarından farklıdırlar ve hastalarını
müşteri olarak değerlendirmemektedirler.[3] İşlevselcilik, Sosyal Bilimlerde,
özellikle Sosyoloji ve Sosyokültürel Antropoloji disiplinlerinde,
işlevselcilik(işlevsel analiz olarak da adlandırılır) esas olarak en derininde
bireysel biyolojik gereksinimleri yerine getirme temelinde ortak çareler
arayarak tesis edilmiş olan toplumsal kurumları ya da kurumlaşmayı açıklamaya
çalışan bir paradigmadır. Sosyal gereksinimleri yerine getiren sosyal
kurumların bunu yerine getiriş biçimlerine, özellikle istikrarlı, kararlı
toplum yapısı üzerine odaklanır. İşlevselcilik, yaklaşımın diğer öğretileri ile
beraber ana sosyolojik yaklaşımdır. Tıpkı çatışmacı kuram ve etkileşimcilik gibi. İşlevselcilik, önce Emile Durkheim ile şekillenmiş daha sonra
ise yakın yüzyılda Talcott Parsons tarafından
geliştirilmiştir. Aynı zamanda 20.yy. sosyologları tarafından da kurama çok
önemli katkılar yapılmıştır ve bu yaklaşım 1970'lere
kadar, yani yeni ve eleştirel argümanlarla karşılaşıncaya kadar popüler etkinliğini sürdürmüştür.
İşlevselcilik, yapı ve toplumun işleyişi ile ilgilenir. İşlevselciler toplumu,
varlığını devam ettirebilmesi için gereklilikleri yerine getirirken beraber
işleyen, birbirine bağımlı birimlerin bütünlüğü olarak görürler. İnsanlar
toplumun ihtiyaçlarını yerine getiren davranışlar ve roller içerisinde
sosyalleşirler. İşlevselciler yapının toplum içindeki davranış biçimi olduğunu
söylerler. Onlar, kuralların ve düzenlemelerin toplumunun üyeleri arasındaki
karşılıklı organize ilişkilere yardım ettiğini savunurlar. Değerler, normlar ve
rollere göre şekillenen davranışlara genel anlamda rehberlik yaparlar. Aile,
ekonomi, eğitim, politik sistemler gibi toplumun
kurumları, sosyal yapının ana görünümleridir. Bu kurumlar, normlar arası
ilişkiyi ya da roller arası iletişimi kurar. Örneğin aile kurumunda iletişimi,
bağlılığı sağlayan roller, eşler arası, anne,
baba, çocuklar arası bir işlev görür. Kuram bir
kaç anahtar kavram etrafında temellenir. İlk olarak toplum, dengeyi sağlama
eğiliminde olan birbirine bağımlı parçaların toplamı bir " sistem" olarak görülür. İkincisi
toplumda, nüfusun yeniden üretimi gibi yaşamsal önemde değerlendirilmesi
gereken işlevsel gereklilikler vardır. Üçüncüsü ise, bir işlev sunan kurumlar
oldukları için var oldukları görülür.İşlevselciler, toplum ile büyük bir
vücudun işlevini yerine getirebilmesi için birlikte çalışan parçalar(organlar)
veya sistemlerden oluşan canlı bir organizma arasında kıyaslama, benzetme
yapılabileceğini öne sürerler.
Kaynakça
Kongar, Emre, "Toplumsal Değişme",
Remzi Kitabevi, , İstanbul ,1985.
Hacettepe.Edu.Tr, Toplum
Bilim Kuramları, İşlevselcilik
Anadolu
Üniversitesi,Sosyal Psikoloji Kitabı.
* MUŞ ALPARSLAN
ÜNİVERSİTESİ SOSYOLOJİ BÖLÜMÜ 2 SOSYAL PSİKOLOJİ
[1] Emre,kongar
"Toplumsal Değişme", Remzi kitabevi, , İstanbul ,1985
[2] Hacettepe.edu.tr,
Toplum bilim
kuramları, işlevselcilik
[3] Sosyal
psikoloji Anadolu Üniversitesi s.160
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder