FAŞİZM
VE SOSYAL PSİKOLOJİ
Faşist sadece kendi düşüncesinin doğru olduğuna inanan ve diğer
insanların düşüncesine saygı göstermeyen hatta diğer insanları da kendi gibi
düşünmeye zorlayan insana denir Bunun sonucu olarak yanlış bir biçimde benimsenen bu
görüşün ideoloji olarak kabul edilmesi ise faşizm’ dir.
Faşizm, kurucusu Benito Mussolini sayılan, İtalyan filozof Giovanni Gentile’nin
Benito Mussolini’den etkilenerek 1920'li yıllarda ardı ardına yayımladığı
kitaplarla ilkeleri belirlenmiş bir siyasi doktrindir. Gentile’den yoğun olarak
etkilenen ve faşizmi bir dünya görüşü olarak benimseyen İtalyan lider Benito
Mussolini’nin 1922’de İtalya’da iktidarı ele geçirmesinin ardından, Mussolini
iktidarı döneminde, İtalya’da resmi ideoloji olarak yürütülmüştür.
BATI KAPİTALİZMİ DEMOKRASİYİ DEĞİL FAŞİZMİ
SEVER
Halkın
iradesi liberalizm ile çatışırsa ne olur? 2008′de başlayan ekonomik kriz
sürmekte. Eğitim, sağlık ve güvenlik hizmetlerine ayrılan bütçeler kırpılırken
batan bankaları kurtarmak için yüz milyarlarca dolar harcanıyor. Alın terinin
finans kurumlarına peşkeş çekilmesini istemeyenler protesto ediyor. Ama batılı devletler polis
copuyla finans sektörünü savunmaktalar. Ne oldu? Bütün nüfusun
binde birini bile temsil etmeyen bankacıların çıkarları geri kalan %99.99′un
önüne nasıl geçti? Alıp satma, üretip tüketme özgürlüğü nasıl oldu da halkı
finans sektörünün kölesi yaptı? Mal, hizmet ve sermayenin serbest
dolaşımı uğruna halkın iradesi çiğnenebilir mi?
Banka ordudan tehlikelidir…
Atina’da, Roma’da, Madrid’de ve Washington’da
artık halkın değil bankaların dediği oluyor. Batı’da demokrasi geriliyor, yeni
bir düzen kuruluyor. Alıp satma özgürlüğü nasıl oldu da halkı bankaların
kölesi yaptı?
NOT:
Kapitalizmin genel olarak halkın iradesini dışladığı gerçeği açıkça
gözlenebilmekte. Demokratik olarak tanıdığımız batı ülkeleri sosyal kitlenin
çıkarı yerine bankaların çıkarını düşünmekte…
Faşizmin
sürdüğü ülkeler
ABD emperyalizminin II. Yeniden Paylaşım
Savaşı’ndan sonra emperyalist-kapitalist cephenin liderliğini ele geçirmesiyle
birlikte bizimki gibi ülkeleri, yeni dünya koşullarına uygun olarak yeniden
sömürgeleştirme sürecinde siyasal sistemi, askeri örgütlenmeyi, eğitimi,
kültürü ve bunların temeli olan ekonomiyi amaçlanan yeni sisteme uygun olarak
şekillendirdi. Bu yeni yapılanma döneminde kurulan yeni-sömürgeci sistem
kitlelere “demokrasi” olarak sunuluyordu. Ama esasta bütün unsurlarıyla,
ekonomik, siyasal, askeri ve ideolojik olarak emperyalizme bağımlı, gerici;
yasama, yürütme ve yargı alanlarında baskıcı ve adaletsiz bir sistem egemen
hale getiriliyordu.
ABD, demokratik devrimini tamamlayamamış
ya da yapamamış olan ülkelerde kaleyi içten fethederek, egemen sınıfları elde
ederek ülke üzerinde çok yönlü gerçek bir hegemonya kuruyordu.[1]
Faşizmin
insanların ruh haline etkisine verilen örnek anlatı
Faşizm
kavramını, günlük hayatta her ne kadar sosyolojik açıklamalar gibi kullanmasak
da içinde bulunduğumuz kimi siyasal ve sosyal durumları tanımlamak için bu
kavramdan yararlanıyoruz. Çünkü birebir kelime anlamıyla karşılaşmasak bile,
yaşadığımız olaylar, içinde bulunduğumuz sosyal ortamdaki insanların tutumunu
gözlemliyor ve de ‘öteki’ diye nitelendirilen insanlara karşı takınılan tavır
ve üstün olma halini neredeyse her gün yaşıyoruz. Aslında bu durumda, faşizmi
ve faşizmin insanlarda ne gibi etkiler yarattığını küçük ölçekte bakarak daha
net anlayabiliriz. Burada ‘’küçük ölçekte bakmak’’ diye bahsettiğim durumu,
faşizan bir tutumun insanların üzerinde yarattığı etkiye bakma hali olarak
tanımlayabiliriz. Yani ortaya çıkan psikolojiyle ilgilenerek “öteki
azınlıkların” ya da “çoğunluğun” ruh halininin nasıl biçimlendiğini ve nasıl
değişebildiğini gözlemleyebiliriz.
Bu değişimleri doğrudan gözlemlemek pek kolay
olmayabilir. Özellikle bir faşist dönemde yaşanılanları gözlemlemek (Nazi
Almanyası gibi) pek olanaklı değil. Nazi Almanyası’nın yaydığı fikirlerden
beslenen ve bu faşizm ortamını devam ettirmeye çalışan Neo-Nazi oluşumları
gözlemleyebiliriz ancak. Faşizmi gözlemlemenin bir başka yolu da sinemadan
geçiyor. Geçmişten günümüze faşizmin yarattığı etkileri, oluşturduğu enkazı,
insanların psikolojilerini pek çok değişik açıdan bakarak bize izletme imkanı
sunan faşizm konulu filmler, yukarıda bahsettiğim gözlem için en iyi yollardan.
Faşizmin insan psikolojisi üzerinde yarattığı farklı etkileri incelemek için
farklı dönemlerde geçen iki film seçtim. Seçtiğim iki film de farklı
psikolojilerdeki gençlerin, faşizmden isteyerek ya da istemeyerek nasıl zarar
gördüklerini ve nasıl değişime uğradıklarını anlatıyor. Filmleri analiz ederken
bu değişimin ne boyutlara ulaştığını siz de fark edeceksiniz.
Anlatı 1: İncelemek istediğim ilk film Amerikalı bir Neo-Nazi
oluşumu ile alakalı olan “American History X”.[2]Film,
iki kardeşin hayatlarına odaklanıyor. Bir Neo-Nazi oluşumunun içinde yer alan
ve sözü geçen bir lider olan Derek (Edward Norton) adeta katıksız nefret bir
insanın üzerinde nasıl toplanır bize gösteriyor filmin çok konuşulan giriş
sahnesinde. Derek’in arabasını çalmaya çalışan siyahî bir gencin çenesini
kaldırıma dayayarak kırması ve kırdıktan sonra Derek’in gözlerinde gördüğümüz o
zafer-gurur ifadesi bir insanın nefretinin sınırının olmadığını bize belirtmek
ister gibi duruyor.
Bu
olayın ardından Derek’in tutuklanmasıyla film başlıyor. Aynı abisi gibi yetişen
Danny (Edward Furlong) de abisinin ‘’haklı davasına(!)” saygı duyarcasına
eylemlerine devam ediyor. Bu eylemlerin arasında hepimizin tahmin edeceği gibi
siyahi vatandaşlara karşı yürüttükleri eylemler yer alıyor. Film geriye
dönüşler ve şimdiki zaman olarak iki pencereden bize olayların nasıl o raddeye
geldiğini göstermeye çalışıyor ki bu yöntem için, American History X’te
karakter çözümlemesi yapabilmek adına oldukça faydalı bir yöntem diyebiliriz.
Faşizm
açıklamalarında sıklıkla bahsedilen “apology” kavramının bu filmde önemli bir
yer tuttuğunu görüyoruz. “Apology” kavramını, faşist düşüncenin eyleme geçerken
bir savunma mekanizması çalıştırıp, “yapıyorsak bir sebebi var” açıklamasını
eylemlerini mazur göstermek için öne sürmesi diye özetleyebiliriz. Derek’in
eylemlerini tetikleyen itici gücün, babası hayattayken siyahilere yapılan
pozitif ayrımcılık olduğunu fark ediyoruz. Ona göre babasının ölümü bu pozitif
ayrımcılığın bir sonucu olarak meydana gelmiş ve Derek’te (zaten eskiden beri
var olan) faşist tutumu tetiklemiş. Derek’in düşüncesi tipik bir ‘’ben şu anda
böylesine nefret doluysam bunun sebebi onların bizim canımıza ve malımıza
kastetmesidir” yönünde… Halbuki işin aslına bakılırsa, ne zamanında yapılan
pozitif ayrımcılık siyahileri beyazlara karşı “cana kastetme” ekseninde
doldurmuş ne de babasının ölümünde, Derek’in savunmasını haklı çıkaracak bir
kanıt var. Yani olay tamamen, siyahi vatandaşlara karşı yapılan eylemleri mazur
göstermeye yönelik. Bir nevi, Paxton’un “Faşizm beş aşamada nasıl iktidara
geçer?” tanımında yer “Seninle aynı olan insanları bir araya getirebilecek
ortak düşman yarat” maddesinin ustalıkla gerçekleştirilmesi diyebiliriz bu
eylemlere…3
Filmde
dikkatimizi çeken bir diğer nokta ise, faşizmin 14 karakteristiğinde yer alan
kimi maddelerin Derek’in yaşam biçimine işlemiş olması. Burada cinsiyetçiliğin
ne boyutlarda olduğunu inceleme fırsatı bulabiliyoruz örneğin. Derek’in kendisi
gibi ırkçı düşüncelere sahip olmayan annesi ve kızkardeşini aşağılama ve şiddet
uygulama sahneleri insanın kanını donduran cinsten. Derek ve Danny’e göre
kadınların bu gibi konularda bir söz hakkı olmadığı gibi onları gerektiğinde
aşağılamak ve onlara şiddet uygulamak da kabul edilebilir. Ayrıca buldukları
her fırsatta, siyahîlere ait yerlerin yağmalanması ve onlara şiddet uygulanması
da bu 14 karakteristiğin içinde yer alan “sürekli cezalandırma durumunu” bize
gösteriyor. Çok güçlü ve sürekli bir milliyetçiliği benimsemeleri ve insan
haklarını hiçe saymaları da 14 karakteristiğin çoğu maddesinin uyguladıklarının
çok ciddi bir kanıtı. Derek ve kardeşi Danny hem Hitler’den ve onun “Kavgam”
adlı kitabından ilham alarak nefretlerini canlı tutuyorlar hem de aynı
Nazilerin sokak kuvvetleri ya da günümüzün Ku Klux Klan’ları diyebileceğimiz
bir toplulukla, yıkma-yağmalama-öldürme eylemlerini gerçekleştiriyorlar. Bu
yapılanlara bakınca, aslında Nazizmin sadece tek bir dönemle açıklanamayacağını
anlıyoruz. Nazi Almanyası dönemi bitmiş olabilir ama etkileri halen sürmekte,
bununla beraber sadece Almanya’da değil dünyanın başka bir yerinden Hitler’i
aynı Nazi partisi üyeleri gibi savunup onun fikirlerini uygulamaya koyan
insanların var olduğunu göstermekte bu film… Sadece hedef alınan “düşmanlar”
değişiyor; mesela bu film için Yahudiler yerine siyahiler hedef alınıyor düşman
sınıfına sokuluyor. Bu yüzden aslında American History X’in anlatmaya
çalıştığı, insanoğlunda kendinden olmayan insanlara karşı nefretin hiçbir zaman
tükenmeyeceği gerçeği. Avrupa Komisyonu Nefret Söylemi El Kitabı’nda da
belirtildiği gibi; “Nefret söyleminin temelinde önyargılar, ırkçılık, yabancı
korkusu/düşmanlığı, tarafgirlik, ayrımcılık, cinsiyetçilik ve homofobi yatar.
Kültürel kimlikler ve grup özellikleri gibi unsurlar nefret söyleminin
kullanılmasını etkiler, ancak yükselen milliyetçilik ve farklı olana
tahammülsüzlük gibi koşullarda, nefret dili yükselir ve etkisini arttırır.”
tanımıyla karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz. Bu nefret zaman içinde sadece
şekil değiştiriyor, hedef değiştiriyor ama tükenmeden devam ediyor. Bu filmi
izledikten sonra bunun ne kadar acı bir döngü olduğunu bir kez daha anlıyoruz. Filmin
kırılma noktasına gelecek olursak, Derek’in hapisanede, uğruna her şeyini feda
edeceği mücadelesinin iç yüzünü görmesi oluşu diyebiliriz. Bu süreç onun
hapisanedeki Neo-Nazi grubu üyelerinin uyuşturucu ticaretini yürütmelerini
görmesiyle ve buna karşı çıkışıyla başlıyor. Filmin bir diğer sarsıcı sahnesi
olan tecavüz sahnesiyle de bu süreç tamamlanmış oluyor. Derek o zaman kadar
hizmet ettiği, yanlarında durduğu insanların kafa yapılarını görmeye başlıyor
geç de olsa. Bu nefretin onun hayatını nasıl parça parça ettiğini görüyor.
Belki de bu yüzden filmin kilit cümlesi olan ‘’Yaptığın şeyler hayatını daha
iyi yaptı mı?’’ daha çok anlam kazanıyor. ‘’Başka hayatlara zarar vermek bir
insanın hayatını güzelleştirebilir mi?’’ sorusunun cevabını bulmuş oluyor
seyirci de böylelikle. Filmin kapanışının da Derek’in acı bir şekilde bu soruyu
cevaplaması ve Martin Luther King Jr’ın “Bir hayalim var!’’ konuşmasıyla son
bulması filme apayrı bir anlam katıyor.
Emperyalizm ve
onun faşist vekilleri tarafından hazırlanmakta olan gündem şudur: Rusya’yı ve
Ukrayna’yı, içeride altüst etme, iç savaş ya da dışarıdan askeri müdahale
yoluyla yarı-sömürge konuma geri döndürmek. Milyonlarca insanın ölümüne yol
açacak dinamikler harekete geçiriliyor.[3]
NOT;
Faşizmin belli başlı özelliklerinin bir insanın psikolojisini nasıl
değiştirebileceğini ve hayatını nasıl etkileyebileceğini, faşist bir yönetim
içinde bulunmasa da bu etkilerin aynı Nazilerin soğukkanlılıkla soykırımı
gerçekleştirmesi gibi gözlemlenebileceğini American History X’te görüyoruz.
NOT;
Son olarak, faşizmin ve bu tip insan karşıtı yıkıcı düşüncelerin insanları
nasıl harcadığını, nasıl değiştirdiğini anlamak için faşizm hakkında yapılan
belgeselleri ve filmleri izlemenin etkili bir yol olduğunu söylemek istiyorum.
Çünkü empati yapabilmek için, bunları yaşayan insanları ve duygularını birebir
görmek bu etkileri anlamamızı kolaylaştırıyor…
NOT: Faşizm,
gelişmiş ülkelerde egemen burjuvazinin normal “demokratik” yöntemlerle
iktidarını sürdürememesi durumunda hâkimiyetini devam ettirebilmek için
başvurduğu bir diktatörlük biçimidir. Faşizm, en başta devrimci-sosyalist,
komünistlere ve onların örgütlerine darbe vurur. İşçi sınıfının ve ilerici
güçlerin baş düşmanıdır. Faşizm ilk kez İtalya’da 1922’de, Almanya’da ise
1933’de iktidar olmuştur. Almanya’da “Milliyetçi-Sosyalizm” kavramı
kullanılarak maskelenmeye çalışılmıştır.
Yapılan üç deney;
Stanford
Hapishane Deneyi
1971
yılında, sosyal psikoloji uzmanı Philip Zimbardo, sahte bir hapishanede hangi
insanların sosyal rollere uyum gösterdiğini anlamak adına bir grup erkek
üniversite öğrencisini iki hafta süren bir deneye aldı. Deneye katılanların
yarısına mahkûm, yarısına gardiyan rolü verildi. Sonuçlar ise tam bir
felaketti. Sıradan üniversite öğrencileri, acımasız, sadist birer gardiyana ya
da giderek artan bir şekilde korkak bir mahkûma dönüştüler. Sadece altı gün
sonra, Zimbardo tarafından oluşturulmuş bu sahte hapishanedeki yaşanan
acımasızlıkların, gerçekliğe dönüşmesi sonucunda, deneye vaktinden önce son
verildi.[4]
Üçüncü
Dalga
Psikolog Milgram tarafında yapılan deneye benzer
konuda yürütülen bu çalışma, 1967 yılında gerçekleştirilen, üçüncü dalga deneyi
idi. Deney, demokratik toplumlarda bile faşizmin çekiciliğinin toplumun içine
sızıp sızamayacağını araştırmak üzere tasarlandı. Bunun için, deneyi yapanlar
bir lise içinde bazı öğrencileri kullanarak onların prestijli bir gruba ait
olduklarını düşündüren bir sistem oluşturdu. Öğrenciler giderek artan bir
öğrenme motivasyonu gösterdiler, ama çok daha ötesinde ve endişe verici bir
şekilde, aynı sınıftan olmayan kişilere karşı dışlama ve hor görme gibi son
derece kötü niyetli bir takım davranışları gösterme konusunda giderek daha
istekli hale geldiler. Çok daha korkutucu olanı ise, bu davranışları son derece
istekli bir şekilde, sınıf dışında da devam ettirmeleri oldu. Sadece 4 gün
sonra, deneyin kontrol edilemeyeceği düşünülerek, deney sona erdirildi.
Milgram
Deneyi
Stanley Milgram 1963 yılında, Yahudi
soykırımının 'neden?' olduğunu anlamak adına, Alman halkının soykırıma
katılmasına ve buna izin vermelerinde, özel bir şeyler olduğu iddiasını
kanıtlamak için bir deney hazırladı. Deneye katılan kişilere, çalışmanın
insanın nasıl öğrendiğine dair bir deney olduğu söylendi. Ve deneye
katılanlara, göremedikleri odada birileri olduğunu, onlara sorular
soracaklarını, yanlış cevap verdikleri takdirde elektrik şoku vermelerini
istediklerini söyledi ve buna uygun bir düzenek hazırladı. Şok verilen kişi bir
oyuncuydu ve rol yapıyordu. Aslında verilen elektrik şoku da gerçek değildi,
fakat deneye katılanlar bunu bilmiyorlardı. Peki bu deneyin ürkütücü tarafı
neydi? Şoku vermeleri istenen denekler ezici bir üstünlükle deneycinin
talimatlarına uydular. Daha da entresan tarafı, oyuncu konumundaki şoku alan
kişinin acı bağırışları ve merhamet istemesine karşın denekler şok vermeye
devam ettiler. Acaba, hepimizin içinde bir parça kötülük mü var?
Sonuç: Sonuç olarak bu noktada sorulabilecek
soru; İnsan doğası buna meyilli olduğu içinmi yoksa var olan rollere uyum
sağlama sırasında çevreden alınanların yansımasımıdır faşizm?
Kaynakça;
http://fasist.nedir.com/
Zimbardo P. G.
On the ethics of intervention in human psychological research: With special
reference to the Stanford prison experiment. Stanfor University, p:24
http:// sosyal psikoloji ve faşizm . com
Ali
Yılmaz “Günümüzde Faşizm ve Yeni Enstrümanı Amerikancı İslam-Mehmet”
Alex Lantier
İngilizce’den
çeviri (5 Şubat 2014) “Ukrayna
ve emperyalizm yanlısı aydınlar”
* Muş Alparslan Üniversitesi Fen Edebiyat
Fakültesi Sosyoloji Bölümü 2 Sosyal Psikoloji
[1] Ali Yılmaz “Günümüzde Faşizm ve Yeni Enstrümanı Amerikancı İslam-Mehmet”
[4] Zimbardo P. G. On the ethics of intervention in
human psychological research: With special reference to the Stanford prison
experiment. Stanfor University, p:24
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder