8 Nisan 2014 Salı

FAŞİZM VE SOSYAL PSİKOLOJİ - ÖZKAN DARGIN

                     FAŞİZM VE SOSYAL PSİKOLOJİ

                                                                             Özkan Dargın*                                                                      
       
   Faşist sadece kendi düşüncesinin doğru olduğuna inanan ve diğer insanların düşüncesine saygı göstermeyen hatta diğer insanları da kendi gibi düşünmeye zorlayan insana denirfaşist Bunun sonucu olarak yanlış bir biçimde benimsenen bu görüşün ideoloji olarak kabul edilmesi ise faşizm’ dir.
          Faşizm, kurucusu Benito Mussolini sayılan, İtalyan filozof Giovanni Gentile’nin Benito Mussolini’den etkilenerek 1920'li yıllarda ardı ardına yayımladığı kitaplarla ilkeleri belirlenmiş bir siyasi doktrindir. Gentile’den yoğun olarak etkilenen ve faşizmi bir dünya görüşü olarak benimseyen İtalyan lider Benito Mussolini’nin 1922’de İtalya’da iktidarı ele geçirmesinin ardından, Mussolini iktidarı döneminde, İtalya’da resmi ideoloji olarak yürütülmüştür.
        BATI KAPİTALİZMİ DEMOKRASİYİ DEĞİL FAŞİZMİ SEVER
  Halkın iradesi liberalizm ile çatışırsa ne olur? 2008′de başlayan ekonomik kriz sürmekte. Eğitim, sağlık ve güvenlik hizmetlerine ayrılan bütçeler kırpılırken batan bankaları kurtarmak için yüz milyarlarca dolar harcanıyor. Alın terinin finans kurumlarına peşkeş çekilmesini istemeyenler protesto ediyor. Ama batılı devletler polis copuyla finans sektörünü savunmaktalar. Ne oldu? Bütün nüfusun binde birini bile temsil etmeyen bankacıların çıkarları geri kalan %99.99′un önüne nasıl geçti? Alıp satma, üretip tüketme özgürlüğü nasıl oldu da halkı finans sektörünün kölesi yaptı?  Mal, hizmet ve sermayenin serbest dolaşımı uğruna halkın iradesi çiğnenebilir mi? 



    Banka ordudan tehlikelidir…
Atina’da, Roma’da, Madrid’de ve Washington’da artık halkın değil bankaların dediği oluyor. Batı’da demokrasi geriliyor, yeni bir düzen kuruluyor. Alıp satma özgürlüğü nasıl oldu da halkı bankaların kölesi yaptı?
NOT: Kapitalizmin genel olarak halkın iradesini dışladığı gerçeği açıkça gözlenebilmekte. Demokratik olarak tanıdığımız batı ülkeleri sosyal kitlenin çıkarı yerine bankaların çıkarını düşünmekte…




                                        Faşizmin sürdüğü ülkeler

       ABD emperyalizminin II. Yeniden Paylaşım Savaşı’ndan sonra emperyalist-kapitalist cephenin liderliğini ele geçirmesiyle birlikte bizimki gibi ülkeleri, yeni dünya koşullarına uygun olarak yeniden sömürgeleştirme sürecinde siyasal sistemi, askeri örgütlenmeyi, eğitimi, kültürü ve bunların temeli olan ekonomiyi amaçlanan yeni sisteme uygun olarak şekillendirdi. Bu yeni yapılanma döneminde kurulan yeni-sömürgeci sistem kitlelere “demokrasi” olarak sunuluyordu. Ama esasta bütün unsurlarıyla, ekonomik, siyasal, askeri ve ideolojik olarak emperyalizme bağımlı, gerici; yasama, yürütme ve yargı alanlarında baskıcı ve adaletsiz bir sistem egemen hale getiriliyordu.
     ABD, demokratik devrimini tamamlayamamış ya da yapamamış olan ülkelerde kaleyi içten fethederek, egemen sınıfları elde ederek ülke üzerinde çok yönlü gerçek bir hegemonya kuruyordu.[1]

Faşizmin insanların ruh haline etkisine verilen örnek anlatı
Faşizm kavramını, günlük hayatta her ne kadar sosyolojik açıklamalar gibi kullanmasak da içinde bulunduğumuz kimi siyasal ve sosyal durumları tanımlamak için bu kavramdan yararlanıyoruz. Çünkü birebir kelime anlamıyla karşılaşmasak bile, yaşadığımız olaylar, içinde bulunduğumuz sosyal ortamdaki insanların tutumunu gözlemliyor ve de ‘öteki’ diye nitelendirilen insanlara karşı takınılan tavır ve üstün olma halini neredeyse her gün yaşıyoruz. Aslında bu durumda, faşizmi ve faşizmin insanlarda ne gibi etkiler yarattığını küçük ölçekte bakarak daha net anlayabiliriz. Burada ‘’küçük ölçekte bakmak’’ diye bahsettiğim durumu, faşizan bir tutumun insanların üzerinde yarattığı etkiye bakma hali olarak tanımlayabiliriz. Yani ortaya çıkan psikolojiyle ilgilenerek “öteki azınlıkların” ya da “çoğunluğun” ruh halininin nasıl biçimlendiğini ve nasıl değişebildiğini gözlemleyebiliriz.
Bu değişimleri doğrudan gözlemlemek pek kolay olmayabilir. Özellikle bir faşist dönemde yaşanılanları gözlemlemek (Nazi Almanyası gibi) pek olanaklı değil. Nazi Almanyası’nın yaydığı fikirlerden beslenen ve bu faşizm ortamını devam ettirmeye çalışan Neo-Nazi oluşumları gözlemleyebiliriz ancak. Faşizmi gözlemlemenin bir başka yolu da sinemadan geçiyor. Geçmişten günümüze faşizmin yarattığı etkileri, oluşturduğu enkazı, insanların psikolojilerini pek çok değişik açıdan bakarak bize izletme imkanı sunan faşizm konulu filmler, yukarıda bahsettiğim gözlem için en iyi yollardan. Faşizmin insan psikolojisi üzerinde yarattığı farklı etkileri incelemek için farklı dönemlerde geçen iki film seçtim. Seçtiğim iki film de farklı psikolojilerdeki gençlerin, faşizmden isteyerek ya da istemeyerek nasıl zarar gördüklerini ve nasıl değişime uğradıklarını anlatıyor. Filmleri analiz ederken bu değişimin ne boyutlara ulaştığını siz de fark edeceksiniz.
Anlatı 1: İncelemek istediğim ilk film Amerikalı bir Neo-Nazi oluşumu ile alakalı olan “American History X”.[2]Film, iki kardeşin hayatlarına odaklanıyor. Bir Neo-Nazi oluşumunun içinde yer alan ve sözü geçen bir lider olan Derek (Edward Norton) adeta katıksız nefret bir insanın üzerinde nasıl toplanır bize gösteriyor filmin çok konuşulan giriş sahnesinde. Derek’in arabasını çalmaya çalışan siyahî bir gencin çenesini kaldırıma dayayarak kırması ve kırdıktan sonra Derek’in gözlerinde gördüğümüz o zafer-gurur ifadesi bir insanın nefretinin sınırının olmadığını bize belirtmek ister gibi duruyor.
Bu olayın ardından Derek’in tutuklanmasıyla film başlıyor. Aynı abisi gibi yetişen Danny (Edward Furlong) de abisinin ‘’haklı davasına(!)” saygı duyarcasına eylemlerine devam ediyor. Bu eylemlerin arasında hepimizin tahmin edeceği gibi siyahi vatandaşlara karşı yürüttükleri eylemler yer alıyor. Film geriye dönüşler ve şimdiki zaman olarak iki pencereden bize olayların nasıl o raddeye geldiğini göstermeye çalışıyor ki bu yöntem için, American History X’te karakter çözümlemesi yapabilmek adına oldukça faydalı bir yöntem diyebiliriz.
Faşizm açıklamalarında sıklıkla bahsedilen “apology” kavramının bu filmde önemli bir yer tuttuğunu görüyoruz. “Apology” kavramını, faşist düşüncenin eyleme geçerken bir savunma mekanizması çalıştırıp, “yapıyorsak bir sebebi var” açıklamasını eylemlerini mazur göstermek için öne sürmesi diye özetleyebiliriz. Derek’in eylemlerini tetikleyen itici gücün, babası hayattayken siyahilere yapılan pozitif ayrımcılık olduğunu fark ediyoruz. Ona göre babasının ölümü bu pozitif ayrımcılığın bir sonucu olarak meydana gelmiş ve Derek’te (zaten eskiden beri var olan) faşist tutumu tetiklemiş. Derek’in düşüncesi tipik bir ‘’ben şu anda böylesine nefret doluysam bunun sebebi onların bizim canımıza ve malımıza kastetmesidir” yönünde… Halbuki işin aslına bakılırsa, ne zamanında yapılan pozitif ayrımcılık siyahileri beyazlara karşı “cana kastetme” ekseninde doldurmuş ne de babasının ölümünde, Derek’in savunmasını haklı çıkaracak bir kanıt var. Yani olay tamamen, siyahi vatandaşlara karşı yapılan eylemleri mazur göstermeye yönelik. Bir nevi, Paxton’un “Faşizm beş aşamada nasıl iktidara geçer?” tanımında yer “Seninle aynı olan insanları bir araya getirebilecek ortak düşman yarat” maddesinin ustalıkla gerçekleştirilmesi diyebiliriz bu eylemlere…3
Filmde dikkatimizi çeken bir diğer nokta ise, faşizmin 14 karakteristiğinde yer alan kimi maddelerin Derek’in yaşam biçimine işlemiş olması. Burada cinsiyetçiliğin ne boyutlarda olduğunu inceleme fırsatı bulabiliyoruz örneğin. Derek’in kendisi gibi ırkçı düşüncelere sahip olmayan annesi ve kızkardeşini aşağılama ve şiddet uygulama sahneleri insanın kanını donduran cinsten. Derek ve Danny’e göre kadınların bu gibi konularda bir söz hakkı olmadığı gibi onları gerektiğinde aşağılamak ve onlara şiddet uygulamak da kabul edilebilir. Ayrıca buldukları her fırsatta, siyahîlere ait yerlerin yağmalanması ve onlara şiddet uygulanması da bu 14 karakteristiğin içinde yer alan “sürekli cezalandırma durumunu” bize gösteriyor. Çok güçlü ve sürekli bir milliyetçiliği benimsemeleri ve insan haklarını hiçe saymaları da 14 karakteristiğin çoğu maddesinin uyguladıklarının çok ciddi bir kanıtı. Derek ve kardeşi Danny hem Hitler’den ve onun “Kavgam” adlı kitabından ilham alarak nefretlerini canlı tutuyorlar hem de aynı Nazilerin sokak kuvvetleri ya da günümüzün Ku Klux Klan’ları diyebileceğimiz bir toplulukla, yıkma-yağmalama-öldürme eylemlerini gerçekleştiriyorlar. Bu yapılanlara bakınca, aslında Nazizmin sadece tek bir dönemle açıklanamayacağını anlıyoruz. Nazi Almanyası dönemi bitmiş olabilir ama etkileri halen sürmekte, bununla beraber sadece Almanya’da değil dünyanın başka bir yerinden Hitler’i aynı Nazi partisi üyeleri gibi savunup onun fikirlerini uygulamaya koyan insanların var olduğunu göstermekte bu film… Sadece hedef alınan “düşmanlar” değişiyor; mesela bu film için Yahudiler yerine siyahiler hedef alınıyor düşman sınıfına sokuluyor. Bu yüzden aslında American History X’in anlatmaya çalıştığı, insanoğlunda kendinden olmayan insanlara karşı nefretin hiçbir zaman tükenmeyeceği gerçeği. Avrupa Komisyonu Nefret Söylemi El Kitabı’nda da belirtildiği gibi; “Nefret söyleminin temelinde önyargılar, ırkçılık, yabancı korkusu/düşmanlığı, tarafgirlik, ayrımcılık, cinsiyetçilik ve homofobi yatar. Kültürel kimlikler ve grup özellikleri gibi unsurlar nefret söyleminin kullanılmasını etkiler, ancak yükselen milliyetçilik ve farklı olana tahammülsüzlük gibi koşullarda, nefret dili yükselir ve etkisini arttırır.” tanımıyla karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz. Bu nefret zaman içinde sadece şekil değiştiriyor, hedef değiştiriyor ama tükenmeden devam ediyor. Bu filmi izledikten sonra bunun ne kadar acı bir döngü olduğunu bir kez daha anlıyoruz. Filmin kırılma noktasına gelecek olursak, Derek’in hapisanede, uğruna her şeyini feda edeceği mücadelesinin iç yüzünü görmesi oluşu diyebiliriz. Bu süreç onun hapisanedeki Neo-Nazi grubu üyelerinin uyuşturucu ticaretini yürütmelerini görmesiyle ve buna karşı çıkışıyla başlıyor. Filmin bir diğer sarsıcı sahnesi olan tecavüz sahnesiyle de bu süreç tamamlanmış oluyor. Derek o zaman kadar hizmet ettiği, yanlarında durduğu insanların kafa yapılarını görmeye başlıyor geç de olsa. Bu nefretin onun hayatını nasıl parça parça ettiğini görüyor. Belki de bu yüzden filmin kilit cümlesi olan ‘’Yaptığın şeyler hayatını daha iyi yaptı mı?’’ daha çok anlam kazanıyor. ‘’Başka hayatlara zarar vermek bir insanın hayatını güzelleştirebilir mi?’’ sorusunun cevabını bulmuş oluyor seyirci de böylelikle. Filmin kapanışının da Derek’in acı bir şekilde bu soruyu cevaplaması ve Martin Luther King Jr’ın “Bir hayalim var!’’ konuşmasıyla son bulması filme apayrı bir anlam katıyor.

       Emperyalizm ve onun faşist vekilleri tarafından hazırlanmakta olan gündem şudur: Rusya’yı ve Ukrayna’yı, içeride altüst etme, iç savaş ya da dışarıdan askeri müdahale yoluyla yarı-sömürge konuma geri döndürmek. Milyonlarca insanın ölümüne yol açacak dinamikler harekete geçiriliyor.[3]

NOT; Faşizmin belli başlı özelliklerinin bir insanın psikolojisini nasıl değiştirebileceğini ve hayatını nasıl etkileyebileceğini, faşist bir yönetim içinde bulunmasa da bu etkilerin aynı Nazilerin soğukkanlılıkla soykırımı gerçekleştirmesi gibi gözlemlenebileceğini American  History X’te görüyoruz.
NOT; Son olarak, faşizmin ve bu tip insan karşıtı yıkıcı düşüncelerin insanları nasıl harcadığını, nasıl değiştirdiğini anlamak için faşizm hakkında yapılan belgeselleri ve filmleri izlemenin etkili bir yol olduğunu söylemek istiyorum. Çünkü empati yapabilmek için, bunları yaşayan insanları ve duygularını birebir görmek bu etkileri anlamamızı kolaylaştırıyor…
NOT: Faşizm, gelişmiş ülkelerde egemen burjuvazinin normal “demokratik” yöntemlerle iktidarını sürdürememesi durumunda hâkimiyetini devam ettirebilmek için başvurduğu bir diktatörlük biçimidir. Faşizm, en başta devrimci-sosyalist, komünistlere ve onların örgütlerine darbe vurur. İşçi sınıfının ve ilerici güçlerin baş düşmanıdır. Faşizm ilk kez İtalya’da 1922’de, Almanya’da ise 1933’de iktidar olmuştur. Almanya’da “Milliyetçi-Sosyalizm” kavramı kullanılarak maskelenmeye çalışılmıştır.

 

  Yapılan üç  deney;

Stanford Hapishane Deneyi

1971 yılında, sosyal psikoloji uzmanı Philip Zimbardo, sahte bir hapishanede hangi insanların sosyal rollere uyum gösterdiğini anlamak adına bir grup erkek üniversite öğrencisini iki hafta süren bir deneye aldı. Deneye katılanların yarısına mahkûm, yarısına gardiyan rolü verildi. Sonuçlar ise tam bir felaketti. Sıradan üniversite öğrencileri, acımasız, sadist birer gardiyana ya da giderek artan bir şekilde korkak bir mahkûma dönüştüler. Sadece altı gün sonra, Zimbardo tarafından oluşturulmuş bu sahte hapishanedeki yaşanan acımasızlıkların, gerçekliğe dönüşmesi sonucunda, deneye vaktinden önce son verildi.[4]

 

Üçüncü Dalga

Psikolog Milgram tarafında yapılan deneye benzer konuda yürütülen bu çalışma, 1967 yılında gerçekleştirilen, üçüncü dalga deneyi idi. Deney, demokratik toplumlarda bile faşizmin çekiciliğinin toplumun içine sızıp sızamayacağını araştırmak üzere tasarlandı. Bunun için, deneyi yapanlar bir lise içinde bazı öğrencileri kullanarak onların prestijli bir gruba ait olduklarını düşündüren bir sistem oluşturdu. Öğrenciler giderek artan bir öğrenme motivasyonu gösterdiler, ama çok daha ötesinde ve endişe verici bir şekilde, aynı sınıftan olmayan kişilere karşı dışlama ve hor görme gibi son derece kötü niyetli bir takım davranışları gösterme konusunda giderek daha istekli hale geldiler. Çok daha korkutucu olanı ise, bu davranışları son derece istekli bir şekilde, sınıf dışında da devam ettirmeleri oldu. Sadece 4 gün sonra, deneyin kontrol edilemeyeceği düşünülerek, deney sona erdirildi.

Milgram Deneyi

Stanley Milgram 1963 yılında, Yahudi soykırımının 'neden?' olduğunu anlamak adına, Alman halkının soykırıma katılmasına ve buna izin vermelerinde, özel bir şeyler olduğu iddiasını kanıtlamak için bir deney hazırladı. Deneye katılan kişilere, çalışmanın insanın nasıl öğrendiğine dair bir deney olduğu söylendi. Ve deneye katılanlara, göremedikleri odada birileri olduğunu, onlara sorular soracaklarını, yanlış cevap verdikleri takdirde elektrik şoku vermelerini istediklerini söyledi ve buna uygun bir düzenek hazırladı. Şok verilen kişi bir oyuncuydu ve rol yapıyordu. Aslında verilen elektrik şoku da gerçek değildi, fakat deneye katılanlar bunu bilmiyorlardı. Peki bu deneyin ürkütücü tarafı neydi? Şoku vermeleri istenen denekler ezici bir üstünlükle deneycinin talimatlarına uydular. Daha da entresan tarafı, oyuncu konumundaki şoku alan kişinin acı bağırışları ve merhamet istemesine karşın denekler şok vermeye devam ettiler. Acaba, hepimizin içinde bir parça kötülük mü var?
Sonuç: Sonuç olarak bu noktada sorulabilecek soru; İnsan doğası buna meyilli olduğu içinmi yoksa var olan rollere uyum sağlama sırasında çevreden alınanların yansımasımıdır faşizm?















Kaynakça;
http://fasist.nedir.com/
Zimbardo P. G. On the ethics of intervention in human psychological research: With special reference to the Stanford prison experiment. Stanfor University, p:24

http:// sosyal psikoloji ve  faşizm . com

 

Ali Yılmaz “Günümüzde Faşizm ve Yeni Enstrümanı Amerikancı İslam-Mehmet

Alex Lantier  İngilizce’den çeviri (5 Şubat 2014) Ukrayna ve emperyalizm yanlısı aydınlar”

 








* Muş Alparslan Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü 2 Sosyal Psikoloji

[1] Ali Yılmaz “Günümüzde Faşizm ve Yeni Enstrümanı Amerikancı İslam-Mehmet


[2] American History X Filmi
[3]  Alex Lantier  İngilizce’den çeviri (5 Şubat 2014) Ukrayna ve emperyalizm yanlısı aydınlar”


[4] Zimbardo P. G. On the ethics of intervention in human psychological research: With special reference to the Stanford prison experiment. Stanfor University, p:24


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder