EMİLE DURKHEİM VE SOSYAL PSİKOLOJİ
Şehriban
DİREN*
GİRİŞ
19. yüzyıl sosyologlarının tipik olarak tek-anahtar kavramlarla
sosyal davranışı, sosyal düzeni ve kişi-toplum uyuşumunu açıklamaya
çalıştıklarını görüyoruz. Temel sorun şuydu;
kişisel farklılara ve çeşitli güdülenmelere rağmen insanlar nasıl oluyor
da benzer davranışlarda bulunarak bir sosyal düzen kurabiliyorlar? 17. ve 18.yy
da bu soruya toplum sözleşmesi kavramıyla cevap verildiğini görüyoruz 19.yy da
ise sosyologların çalışmalarında bu
sorunun cevabı ‘toplumun bireyi şekillendirmesi’ şeklinde belirmiştir. Burada
toplum ön plana çıkmaktadır. Bu savunuculardan biri Emile Durkheim’dır. Durkheim
sosyal kuralların kişinin dışında olduğunu ve kişiyi zorlayıcı niteliğe sahip
olduğunu ileri sürmüştür. Burada öne sürülen düşünce şudur: toplumsal normlar
bireyleri hep aynı şekilde kısıtladığından ve aynı toplumsal normlar çok sayıda
birey tarafından benimsendiğinden farklı bireyler arasında benzer davranışlar
belirmekte ve dolayısıyla toplumsal düzen mümkün olabilmektedir. Toplumun ön
plana çıktığı bu görüş grup zihni ya da grup ruhu kavaramı ile aşırı bir nitelik
kazanmıştır. Durkheim buna din örneğini vermiştir.[1] Durkheim
sosyolojiyi psikolojiden ayırmak için toplumsal olguların bireye dışsal ve
zorlayıcı olduğunu ileri sürer. Bu inceleme sosyolojik yöntemin kuralları ve
intihar başlıklarıyla ele alınmaktadır.
EMİLE
DURKHEİM
Emile Durkheim (1858-1917),
Almanya-Fransa sınırındaki Lorraine bölgesinden gelir. Babası bir Musevi
hahamıydı, ancak Durkheim dini konularda agnostik (bilinemezci) bir görüşü
benimsemiştir. Paris'te felsefe ve siyasal teori çalışmış. Bordeaux Üniversitesinde pedagoji ve
sosyal bilim dersleri vermiş ve daha sonradan Sorbonne’da önce pedagoji ve sonra sosyoloji
profesörü olmuştur. Yeni toplum bilimi olan sosyolojiyi yaymayı kendine görev edinmiştir.
Siyasal davaları savunmuştur, mesela ünlü adli hatayı ve I.Dünya Savaşı boyunca Almanların savaşçı siyasetine karşı
verilen mücadeleyi işleyen Alfred Dreyfus (1859-1935) gibi. En önemli eserleri
arasında, Toplumda
İş Bölümü (1893), Sosyolojik Yöntemin Kuralları (1895), İntihar (1897) ve Dini Hayatın İlkel Biçimleri
(1912) yer alır.[2]
Sosyolojik
Yöntemin Kuralları[3]
Toplumsal olgular “şeyler” gibi
ele alınmalıdır. Temel kuralı zihinsel olguları dışarıdan, yani“şeyler” gibi
incelemek olan psikoloji kurulmuştur. Bilinç, toplumsal konuları tanıma konusunda
kendi öz hayatını tanıma hususunda olduğundan daha yetkili olamaz. Söylenebilir
ki toplumsal hayat tasavvurlardan meydana gelir, bireysel ya da kolektif
tasavvurlar bilimsel biçimde ancak nesnel olarak incelenir. Toplumsal kurumlar
bize önceki kuşaklardan kalır. Formasyonlarında payımız yoktur. Kendimizi yoklayarak nedenlerini
bulamayız. Ortaya çıkışlarına yardım ettiğimiz durumlarda bile hareketimizi etkileyen gerçek nedenleri tam bilemeyiz. Toplum
bireylerden meydana gelmiş
olduğundan toplumsal hayatın dayanağı bireysel bilinçtir derler ancak
elementlerin özellikleri ve
etkileşimleri ile bileşiklerin özellikleri ve etkileşimleri farklıdır.
Toplumların zihniyeti bireylerin
zihniyeti değildir, kendine ait yasaları vardır. Toplumun koyduğu kurallar, seçtiği semboller bireysel psikoloji
ile açıklanamaz. Kolektif tasavvur ile bireysel tasavvurun etkileşimi sosyal psikolojinin işidir. Kolektif davranış ve düşünüş tarzları
bireylerin dışında bir realiteye, zamanın her anında bireylerin ona uyum sağladıkları bir realiteye sahiptir. Birey
onları biçimlenmiş olarak bulur. Olmalarını
ya da olduklarından başka olmalarını sağlayamaz. Değişmesi için hiç değilse birkaç birey birleşmelidir. Örneğin hükümetler ve medya
kolektif realiteyi değiştirebilecek güçte ve etkide yapılardır. (Toplumsal baskının özelliği oluşum
tarzlarının katılığından değil, bazı tasavvurların kazandığı saygınlıktan kaynaklanır.) Kolektivite tarafından tesis
edilen bütün inançlara ve bütün
davranış tarzlarına KURUM adı verilebilir. İşte sosyoloji de onların ortaya
çıkışının ve işleyişinin bilimidir. İnsanoğlu kolektif kuvvetleri değişikliğe uğratmaya muktedir
olmaksızın onlara ister istemez boyun
eğmeye mahkûm olacağı sanısına kapılır. Bu nedenle kolektif kuvvetleri inkâr
etme yolunu seçer. Eşya üzerindeki
saltanat gerçek bir biçimde ancak onların kendine özgü bir yapılarının bulunduğunu kabul ettiği ve şeylerin ne olduğunu yine
şeylerden öğrenmeye katlandığı andan itibaren kurulabileceğini göstermiştir.
Toplumsal olguların incelenişine
uygun metot nedir? Toplumsal olgu nedir?
Bireylerin dışında var olan davranış, düşünüş ve duyuş tarzları mevcuttur.
(Hukuk, din, gelenek, iş kuralları, para birimi, giyim tarzı) Bunlar bireye
baskı yapar. Bunlara uygun davranıldığında
bu baskı hissedilmez. Karşı koymaya çalışıldığında kendisini gösterir. Bu durumda ebeveynler çocuklarını
içinde yaşadıkları toplumun kurumlarından baskı görmeyecek biçimde bir bakış, duyuş ve davranış tarzı benimsetmeye
yönelik eğitim vermeye çabalar.
(Yeme, içme, uyku biçim ve zamanları, gelenek, saygı, çalışkanlık) Böylelikle
çocuk ileride baskı hissetmez hale
gelecek şekilde yetişecektir. Toplumsal
olgunun bireysel yansımadan farklı olduğunu ispat gerekir. İstatistik tekil ile
bütün halleri birbirinden ayırmaya
yarar. Fenomen toplumun bütünü ya da
çoğunluğunu kapsarsa, genellik arz ederse kolektif olabilir. Ancak genel olduğundan kolektif değil,
kolektif olduğundan geneldir. Bireylere kendisini empoze edecek kolektifliktedir. Bu durumda intihar yaş ve yoğunluklarının değerlendirilmesi en
fazla genel olabilir, kolektif sayılamaz.
İstatistiktir. Bir bireyin intihar etmesi bu bilgiler ışığında toplumsal bir
olgu sayılamaz. Bu durumda da
sosyolojinin konusu olmaz. İntiharın günah olması, ötenazinin yasak olması, toplu halde intihar
olaylarının artması sosyolojinin konusu özellikleri taşısa da salt bireysel intihar gerekli
özelliklerden yoksundur. Toplumsal
olgu, bireyler üzerinde icra ettiği ya da icra etme yeteneğini taşıdığı dışsal zorlayıcı güçte kendini gösterir.
Bireysel tezahürden bağımsız kendine özgü varlığı ve belirli bir toplum çerçevesinde genellik
taşıyan sabit olan ya da olmayan her türlü yapma tarzıdır.
Normal ile Patolojik Ayrımı.[4]
Olması gerektiği gibi olanlar ile
olmayanlar, Normal / Patolojik fenomen. Durkheim, özetle en genel formları arz
eden olguları normal, diğerlerini patolojik kabul eder. Bu da toplumdan topluma
ve toplum içinde zaman içinde değişiklik gösterir. Bir toplumda patolojik
kabul edilen diğerinde normal olabilir diye bir öneri gerçekçi ya da en azından
samimi değildir. Normal kabul edilebilir ancak hala patolojiktir. Malzeme
aynıdır yine insandır. Kız doğan çocukların gömülmesi de, kadınların boynuna
boynunu uzatacak halkalar takması da, kahvede saatlerce oturmak da, uyuşturucu
ticareti yapmak da, diğer ülkeleri haksız yere işgal etmek de
patolojiktir. Aynı şey aynı toplum içinde zaman aralığındaki normal
farklılıkları için de geçerlidir. Kralın da başbakanın da ülke yönetiminde avanta
sağlayacak kararlar vermesi ahlaksızlıktır ve patolojiktir. Halkın birbirine yabancılaşması insanların
selamı sabahı kesmesi, güvensizlik hali ülkenin tarihinin herhangi bir noktasında
patolojiktir. Doğanın gereği olan aile kurumunun temellerinin sarsılması her dönemde
patolojiktir. Önemli olan bu kuralların belirlenmesidir. Bu kurallara uyan
fenomenler normaldir. Her türün
kendine özgü sağlığı olduğu gibi yaşa bağlı da sağlığının normalleri farklıdır
diyen Durkheim, toplumların gelişim
evresine göre de normallerin farklı olduğunu savunur.
1- Bir toplumsal olgu gelişimin
belli bir evresinde ele alınmış belirli bir toplumsal tip için, eğer o, kendi
evrimlerinin mütekabil evresinde ele alınmış olan bu türden toplumların
ortalamasında kendisini gösteriyorsa, normaldir. Bu durumda örneğin töre
cinayetleri normal sayılabilir.
2- Önceki metodun sonuçlarını, fenomenin
genelliğinin, ele alınan toplumsal tip dâhilinde kolektif hayatın genel
kondisyonlarına bağı bulunduğunu ortaya koyarak tahkik etmek mümkündür. Buna
göre de töre cinayetleri normal sayılabilir çünkü aşiret sistemi ve ağalık mekanizmasının bir sonucudur. İçe
kapalı, kendi kurallarını yaratmış olan kabile tipi bir yaşamayı sağlar. Güçler
dengesinin bir ayağıdır ve adaleti kendilerinin temin etmesidir.
3- Bu olgu bütünsel evrimini
henüz tamamlamış olan bir toplumsal türe ilişkin olduğu zaman bu tahkik
zorunludur. Devlet adamının görevi artık toplumları, kendisine çekici görünen
bir ideale doğru şiddetle itmek değildir, devlet adamının rolü hekimin rolüdür.
O, hastalıkların ortaya çıkmasını iyi bir hijyenle önler, kendilerini gösterdikleri
takdirde ise, onları iyileştirmeye
çalışır.
Toplumsal Tiplerin Saptanması.[5]
Toplumsal olgular ancak belirli
bir toplumsal tipe oranla normal ya da patolojik olarak nitelendirilebildiğine göre her şeyden önce sosyolojinin bir dalı
bu tipleri saptayıp sınıflandırmalıdır. Tarihçiler için tarih
tekrarlanmaksızın birbirleriyle zincirlenen olayların sıralanması, filozoflar için bu olaylar insanın öz yapısında
bulunan ve bütün tarihsel gelişime hükmeden genel yasaların illüstrasyonudur.
Aslında olaylar genelde belli süreçlerin farklı zaman-mekân ve
koşullarda farklılaşarak da olsa
yinelenmesinden ibarettir. Tip
bireylerin özetidir. Bilimin yasalar ortaya koymasının yasaların dile getirdiği
tüm olgular gözden geçirmiş
olmasından sonra mümkün olacağı hatalı olduğu gibi, tipleri saptamanın da ancak bu cinslerin kapsadığı
bireyleri, kendi bütünlükleri içinde betimledikten sonra mümkün olduğu iddiası da hatalıdır. Toplumları birbirlerine eklenmiş
parçalar olarak ele alırsak, bileşkeleri oluşturanları temel olarak almak yardımcı olacaktır.
Mevcut toplumların en basitini tanımamız halinde sınıflandırma için gereken bilgilere ulaşabiliriz. Ancak basit
toplumu doğru tanımlamak gerekir.
Basit toplumdan anlaşılması gereken, kendisinden daha basit başka toplumları
içine almayan toplumdur. Toplumsal
tipleri de buradan çıkarak araştırabiliriz.
Toplumsal
Olguların Açıklanması. [6]
Durkheim, sosyolojiyi psikolojiden farklı kılmak için, toplumsal
olguların aktöre dışsal ve zorlayıcı olduklarını ileri
sürdü. Sosyoloji toplumsal olguları araştırırken, psikolojik olgular üzerinde çalışabilirdi.
Durkheim için, psikolojik olgular esasen kalıtsal olgulardır. Her ne kadar
kesinlikle günümüzdeki psikolojiye uygun düşmese (ve hatta psikolojinin ilgi
alanının en uygun ifadesi olmasa) bile, bu tespit Durkheim’in iki alan arasında
açık bir ayrım yapmasını mümkün kılmıştır. Psikolojik olgular açıkça içsel
(kalıtsal) iken, sosyolojik olgular dışsal ve zorlayıcıdır. Göreceğimiz gibi,
bu farklılaştırma çabası Durkheim’in bizim ikna etmeye iteceği ölçüde açık değildir.
Yine de Durkheim, toplumsal olguyu aktöre dışsal ve zorlayıcı
bir şey olarak tanımlayarak, (en azından kendi döneminde)
sosyolojiyi felsefe ve psikolojiden ayırma yönünde mantık en iyi bir iş yapmış
görünmektedir. Ancak, belirtilmesi gerekir ki, Durkheim bunu gerçekleştirmek
için –özellikle sosyolojiyi toplumsal olguların araştırılmasıyla sınırlayarak–
“uç” bir konum takınmıştır (...). Bu uç konumun, günümüzde en azından bazı
sosyoloji branşlarıyla sınırlı olması gerekirdi. Biz toplumsal bir olgunun bir şey
olduğunu ve ayrıca dışsal ve zorlayıcı olduğunu biliyoruz, ancak neler
toplumsal olgudurlar? Gerçekte, Durkheim iki genel toplumsal olgu tipinden söz eder
–maddî ve maddi olmayan (George Ritzer, Sociological Theory, McGraw-Hill,
Third Edition, 1992, Çeviren: Ümit Tatlıcan)
Maddî toplumsal olgular, gerçek, maddî varlıklardan oluştukları için,
ikisinden en açığıdırlar, ancak onlar Durkheim’in çalışması için daha az
önemlidirler. Durkheim’in sözleriyle, “Toplumsal olgu kimi zaman,dış dünyaya ait
bir unsur olduğu sürece, maddîleştirilir” (1897). Mimarî ve hukuk onun maddî
toplumsal olgularla kast ettiği şeyin iki örneğini oluşturur. Biz bu bölümde
diğer örnekler üzerinde duracağız. Durkheim’in çalışmasının büyükçe bir kısmını
ve sosyolojisinin merkezini maddî-olmayan toplumsal olguların araştırılması
oluşturur. Durkheim’in sözleriyle: “Her toplumsal bilinçdışsallaştırılmaz ve maddîlik kazanmaz” (1897). Artık
sosyologların normlar ve değerler olarak veya daha genelde kültür olarak (...) adlandırdığı şeyler
Durkheim’in maddî-olmayan toplumsal olgular terimiyle anlatmak istediklerine denk
düşer. Ancak bu görüş bir problem yaratır:
Normlar ve değerler gibi maddî-olmayan toplumsal olgular nasıl aktöre dışsal olabilirler?
Onlar aktörlerin zihni dışında yer alabilirler mi? Aktörlerin zihinleri içindeyseler
dışsal olmaktan ziyade içsel değiller midir? Bu problemi açıklamak için, ‘maddî
toplumsal olgular açıkça dışsal ve zorlayıcı iken, bu özellikler
maddî-olmayan olgularda o kadar açık seçik değildir’ diyerek, Durkheim’in
tezinin yeniden tanımlanmasına gerek vardır. Bu olgular en azından bir ölçüde
insanların zihinlerinde yer alırlar. Maddî-olmayan olguları kavramsallaştırmanın
en iyi yolu, onların psikolojik olgulara dışsal ve zorlayıcı olduklarını düşünmektir.
Bu sayede, hem psikolojik olguların hem de bazı toplumsal olguların
bilinç içinde ve arasında yer aldığını görebiliriz. Durkheim bunu birkaç yerde
açıklar. O, bir yerde, toplumsal olgulardan söz ederken: “Bireysel bilinçler,
iç içe geçerek ve birbiriyle kaynaşarak gruplar oluşturup, istendiğinde
psikolojik olan, ancak yeni bir tür psişik bireysellik oluşturan bir
varlığın oluşumuna yol açarlar” ifadesini kullanır (Durkheim, 1895, italikler
eklenmistir). Bir başka yerde “Bu, onların [yani, maddî-olmayan toplumsal
olguların] belli bir biçimden sonra zihinsel olmadıkları anlamına gelmez, zira
onların tümü düşünme veya davranış biçimlerini içerirler” (1895) der. Nitekim,
en iyisi, maddî-olmayan toplumsal olguların, en azından bir ölçüde zihinsel fenomenler olduklarının,
ancak zihinsel sürecin bir başka yanı psikolojik olgular için dışsal ve
zorlayıcı zihinsel fenomenler olduklarının düşünülmesidir. Bu Durkheim’in
sosyoloji ve psikoloji arasındaki ayrımını bir ölçüde bulanıklaştırır, ancak
onun daha gerçekçi ve sonuçta daha savunulabilir bir ayrım yapmasına yardımcı
olur. Sosyoloji zihinsel fenomenlerle ilgilenir, ancak onlar genellikle
psikolojidekilerden farklı bir düzene sahiplerdir. Durkheim, bu yüzden,
sosyologların normlar ve değerlerle ilgilenirken, psikologların ilgi alanını
insan içgüdüleri gibi şeylerin oluşturduğunu öne sürer. Toplumsal olgular, bu
yüzden, Emile Durkheim’in sosyolojisinde temel bir rol oynar. Onun çalışmasından
en önemli toplumsal olguları öz olarak ortaya çıkarmanın ve onun bu olgular
arasındaki iliksiler hakkındaki düşüncelerini analiz etmenin pratik bir yolu,
Durkheim’in onları toplumsal gerçeklik düzeyleri içinde sınıflandırma
girişimleriyle ise başlamaktır. O, ise maddî toplumsal olgular düzeyinden
baslar: ancak bunun nedeni, söz konusu düzeyin, kendisi için, en önemli düzey
olması değil, aksine onun unsurlarının çoğu kez yaptığı teorileştirmede öncelik
kazanmasıdır. Maddî olgular onun çalışmasının asıl merkezini oluşturan maddî
olmayan toplumsal olguları etkilerler.
İntihar Olgusu[7]
İntihar, kişisel bir eylem olduğu için açıklaması
da psikolojik nedenlere dayanılarak yapılmaktaydı. Durkheim’a göre ise kişisel
eylemlerden biri olan intihar, sosyolojik açıklamadan çok psikolojik bir
açıklamaya uygun gibi görünse de aslında sosyolojik bir olgudur. Durkheim,
intiharı özellikle toplumsal birlik problemi ile ilişkili bir toplumsal olgu
olarak görür. Bu nedenle de onu toplumu bir arada tu- tan toplumsal bağlar ile
ilişkili olarak ele alır. Bu bakımdan Durkheim’ın intihar olgusunu ele alışını
birey ve toplum arasında uygun denge arayışı ve bu dengeyi bozabilecek
tehditlerin belirlenmesi olarak düşünebiliriz. intihar
olgusunu Durkheim’in diğer toplumsal olguları ele alışına benzer şekilde ele
alırsak, bir toplumda belirli sayıdaki intihar oranını normal, belirli bir
düzeyin üzerindeki intihar oranını ise patolojik olarak değerlendirebiliriz. Bu
durumda çağdaş toplumda intihar oranlarının artmasını da patolojik olarak
değerlendirebiliriz. Nitekim Durkheim de çağdaş toplumda intihar oranlarının
artmasını patolojik olarak değerlendirmekte ya da intihar oranlarındaki artışın
çağdaş toplumdaki bazı patolojik özellikleri ortaya koyduğunu vurgulamaktadır
(Aron, 2006). Çağdaş toplumun; nüfus yoğunluğu, toplumsal farklılaşma, bireycilik,
organik dayanışma ve benzeri özelliklere sahip olduğunu hatırlayalım.
Durkheim’a göre, mekanik dayanışmanın egemen olduğu toplum bireyselliği
boğarken, organik dayanışma koşullarında birey fikri toplumu tehdit etmeye
başlamaktadır. Durkheim, bireyciliğin de belirli bir ölçüye kadar ‘doğal’ ve
normal olduğunu kabul etmekte fakat onun patolojik biçimlerine karşı çıkmaktadır.
Durkheim’e göre, intihar toplumsal dayanışmanın çok yüksek veya düşük olduğu
yerlerde bağımlılık ve özerklik ilişkisindeki dengesizliğin bir sonucu olarak
ortaya çıkmaktadır. Ona göre, intihar toplumsal bağlara, bu bağların varlığı
veya yokluğuna, güçlü ve zayıf olmasına göre değişmektedir. intihar olgusunu
ampirik olarak araştıran Durkheim, kendi yöntemi çerçevesinde önce intiharın
tanımını yapar. Ona göre “ölen kişi tarafından ölümle sonuçla- nacağı bilinerek
yapılan olumlu ya da olumsuz bir hareketin doğrudan ya da dolaylı
sonucu olan her ölüm olayına intihar denir”. Toplumsal bir olgu olarak intiharın
nedenini istatistiksel olarak diğer toplumsal olgularda arar. Ancak bunu yapmadan
önce, intiharı toplumsal olmayan nedenlerle açıklayan yaklaşımları eleştirel
olarak analiz etmektedir. Akıl hastalığı, sarhoşluk, ırk, soyaçekim, iklimsel
koşullar, taklit gibi toplumsal olmayan nedenlerle intihar arasında bir ilişki
olup olmadığını sorgular. Örneğin, akıl hastalığı ile intihar arasındaki
ilişkiye baktığında anlamlı bir ilişkiye rastlamamıştır. Akı hastaları arasında
kadınların oranı erkeklere göre daha yüksek çıkmıştır. Oysa intihar edenler arasında
erkeklerin oranı kadınlara göre daha yüksektir. Aynı şekilde akıl hastalığı
diğer dinsel gruplara göre Yahudiler arasında daha yüksek çıkmıştır. Fakat
intihar eğilimi Yahudiler arasında daha düşük çıkmaktadır. Durkheim’e göre bazı
bireysel intiharlar taklit sonucu gerçekleşebilirken, genel olarak taklit
intihar etme eğilimi üzerinde oldukça sınırlı bir etkiye sahiptir. Eğer taklit
etkili bir faktör olsaydı ona göre, yüksek intihar oranına sahip bir ülkeye sınır
komşusu olan diğer ülkede de intihar eğiliminin yüksek olması gerekirdi
(Ritzer, 1992).Durkheim yaptığı araştırmalar sonucunda, farklı toplumsal
grupların farklı intihar oranlarına sahip olduklarını ortaya çıkarır. Diğer bir
deyişle, Katolikler ve Yahudilere göre Protestanlar arasında, evlilere göre bekâr
erkekler arasında, köydekilere göre kentte yaşayanlar arasında daha sık intihar
girişimine rastlanmaktadır. Sonuç, olarak farklı toplumsal koşullara sahip
gruplar arasında intihar oranları farklılaşmaktadır. Bireylerin toplumla
ilişkileri, toplumsal destek türü intihar eğilimini farklı biçimlerde etkilemektedir.
Bütün bunlar intiharın toplumsal nedenlere bağlı bir olgu olduğunu ortaya
koymaktadır. Peki, Durkheim’e göre intihar ve intihar oranlarındaki
farklılıkları hangi toplumsal olgular etkilemektedir? Durkheim’in tespit ettiği
iki tür toplumsal olgu olduğunu hatırlayalım: Maddi ve maddi olmayan toplumsal
olgular. Ona göre, maddi- toplumsal bir olgu olarak dinamik yoğunluk (nüfus
artışı ve bireyler arasındaki etkileşim) intihar üzerinde önemli bir etkiye
sahip değildir. Ancak maddi toplumsal olgular arasındaki farklılıklar
maddi-olmayan toplumsal olgular üzerinde doğrudan bir etkide bulunmakta ve bu
da intihar eğilimini doğrudan etkilemektedir. Durkheim’ın kavramsal
çerçevesi içinde özellikle kolektif bilinç, kolektif
temsiller ve toplumsal eğilimler gibi maddi nitelikte olmayan toplumsal
olgular, intihar üzerinde önemli bir etkiye sahiptirler. Kolektif bilincin bir
toplumun ortalama üyelerinin ortak inanç ve duyguları olduğunu hatırlayalım.
Kolektif temsiller ise, kolektif bilincin özel durumlarını ifade etmektedir.
Modern toplumda kolektif temsiller olarak aile, meslek, eğitim, devlet ve din
gibi kurumların norm ve değerlerini düşünebiliriz. Kolektif bilinç daha
kapsamlı iken kolektif temsiller bunun bir alt tabakasıdır. Toplumsal eğilimler
de birey üzerinde etkiye sahip olan toplumsal olgulardır. Belirli bir formdan
yoksun, net olmayan toplumsal eğilimlere “kalabalık içindeki tutkular,
kızgınlıklar ve merhamet ile ilişkili hareketler” örnek olarak verilmektedir.
Farklı ortaklıklar farklı kolektif bilince ve farklı kolektif temsillere
sahiptirler. Bunlar intihar eğilimleri üzerinde farklılık yaratıcı toplumsal
eğilimlere sahiptirler. Diğer bir deyişle, kolektif bilinçteki farklılıklar ya
da değişimler toplumsal eğilimlerde farklı değişimlere neden olacaktır. Bunlar
da intihar eğilimleri arasındaki farklılıklara ve değişimlere neden olacaktır.
Durkheim’e göre, intiharın en önemli nedenlerinden biri kolektif bilincin
modern toplumda bireyselleşme, farklılaşma ve heterojenleşme gibi nedenlerle
zayışamasıdır. (Ritzer, 1992). Durkheim, bireylerin toplumla olan bütünleşme
düzeylerindeki aşırılık ya da yetersizlik durumu ile toplumun bireylerin
davranışlarını düzenleme düzeyindeki aşırılık ya da yetersizlik durumuna bağlı
olarak ortaya çıkan belirli intihar tipleri belirler. Bu intihar tiplerinide
• bencil,
• anomik,
• özgeci,• kaderci
olmak üzere dört gruba ayırır.(GİDDENS,2012:S.49)
Bencil ve anomik intihar tipleri: Durkheim, bencil
ve anomik intihar tiplerini genel olarak modern endüstriyel toplumlarda güçlü
bir bütünleşme ve güçlü düzenleyici normların olmaması ya da yetersiz olması,
yani toplumsal bağların zayıf olması durumu ile ilişkilendirir. Buna göre,
modern endüstriyel toplumlarda bireylerin toplumla yetersiz bütünleşmeleri
bencil tipte intiharlara, toplumun bireylerin davranışlarını yeterince
düzenleyememesi ise anomik tipte intiharlara yol açabilmektedir. Daha açık bir
ifadeyle bencil intihar tipine bireyin genel olarak toplumla bütünleşemediği
toplumlarda ve gruplarda rastlanmaktadır. Özellikle kol- lektif bilincin zayıfladığı
modern endüstriyel toplumlarda bireylerin aile, din, siyasal grup ve benzeri
ile olan bütünleşmeleri, yani kısacası toplumla olan bağları zayıflamaktadır.
Özetle Durkheim’e göre bencil intihar tipi bireyin toplumdan soyutlanmış
olmasından kaynaklanmaktadır. Toplumdaki düzenleyici güçlerin bozulması ve
toplumun ahlâkî yapısının birey üzerindeki gücünü kaybetmesi durumunda ise
Durkheim’ın anomik dediği intihar tipi ortaya çıkabilmektedir. Anomik intihar
oranları hem ekonomik durgunluk dönemlerinde hem de hızlı ekonomik büyüme ve
refah dönemlerinde artmaktadır. Her iki durum da bir değişim sürecini
anlatmaktadır. Bu süreçte, köksüzlük ve normsuzluk anomik eğilimlerin oluşmasına
neden olarak intiharların oluşmasına neden olmaktadır. İşas etmiş bir girişimcinin
intiharını, ekonomik durgunluk dönemine örnek olarak verebiliriz. Başarı elde
etmiş birinin intiharı, ekonomik büyüme ve refah dönemine örnek olarak vermek
mümkündür. Çünkü, bu kişi başarısının ardından geçmişini terk etmiş, yeni
topluluklara girmiş, ailesinden uzaklaşarak yaşam tarzını değiştirmiş, karısını
ve çocuklarını terk etmiş olabilir (Ritzer, 1992; Caff ve diğ., 2006; Aron,
2006). Özgeci ve kaderci intihar tipleri: Durkheim özgeci ve kaderci intihar
tiplerini ise, esas olarak geleneksel toplumlardaki güçlü bütünleşme ve güçlü
düzenleyici normlar ile yani, toplumsal bütünleşme ve toplumsal
düzenlemelerdeki aşırılık ile ilişkilendirir. Buna göre, geleneksel toplumlarda
bireylerin toplumla aşırı düzeyde bütünleşmeleri özgeci tipte intiharlara,
toplumun bireylerin davranışlarını aşırı düzeyde düzenlemesi ise kaderci tipte
intiharlara yol açabilmektedir. Daha açık bir ifade ile özgeci intihar,
toplumsal bütünleşmenin fazla olduğu durumlarda görülmektedir. Kişilerin içinde
bulundukları topluluk bağlarının güçlü olması güçlü bir grup kimliğinin
yaratılmasına neden olabilir. Bu kimliğin güçlü olması gruba olan bağımlılığı
artırır ve bireylerin bağlı oldukları gruptan daha az değerli oldukları
konusunda bir inancın oluşmasını sağlar. Böyle durumlarda bireyler bağlı
oldukları gruba olan saygı ve ortak değerlerin korunması adına kendilerini feda
ederek hayatlarından vazgeçebilirler. Askerlerin rejimin onuru için
intiharları, bir toplulukta liderin ölümü üzerine tüm aile üyelerinin
kendilerini kurban etmesi ve intihar bombacılarının eylemleri, özgeci intihar
türüne örnek olarak verilmektedir (Ritzer, 1992; Caff ve diğ., 2006; Aron,
2006). Kaderci intihar tipinde ise, bireyler grubun yoğun baskısı altında
yaşarlar ve kaderleri karşısında kendilerini tamamen çaresiz hissederler.
Durkheim bu intihar tipi üzerinde çok durmaz ve sadece bir notunda söz eder. Bu
notunda kaderci intihar biçiminin ortaya çıkışını şöyle ifade etmektedir: Bir
grup içindeki bireyler hayatlarını kontrol edebilmek için gruptan ayrılma
dışında yapabilecekleri hiçbir şey olmadığı duygusunu hissedecek düzey- de
kendilerini ciddi bir kısıtlama içinde bulurlar. Bu kısıtlılık durumu
Durkheim’e göre kaderci tipte intiharlara yol açmaktadır. Bu bakımdan kaderci
intihar bireyselliğin baskı altında tutulduğu toplumsal bağların güçlülüğünü
yansıtmaktadır. Köleler arasında yaşanan intihar, kaderci intihar tipine örnek
olarak verilmektedir. (Ritzer,1992; Caff ve diğ., 2006).
Sonuç
Durkheim toplumu ele alırken onu
psikolojiden ayrılan yönlerine değinerek değerlendirmiştir. Sosyolojiyi
psikolojiden farklı kılmak için toplumsal olguların bireyler üzerindeki
etkilerine değinmiştir. Toplumsal kuralların bireyin davranışı dışında gerçekleşip
birey üzerinde zorlayıcı etki üzerinde gerçekleştiğini anlatmıştır. Toplumsal
kurallar aynı olup bireyleri aynı şekilde etkilediğinden bireyler birbirlerine
benzer ve toplumsal düzen sağlanmış olur. Durkheim sosyolojiyi psiklojiden
farklı kılmak için sosyolojinin dışsal ve zorlayıcı olduğunu psikolojinin ise
içsel olduğunu belirtmiştir. Sosyolojik yöntemin kurallarında toplumun birey
üzerindeki etkisi ve bireye nasıl yön verdiğini göstermektedir. Toplumsal
olguda toplumun koyduğu kurallar bireysel psikoloji ile açıklanmaz. Birey
içinde yaşadığı topumluma uyum sağlarsa baskıyı hissetmez baş kaldırırsa
üzerinde bir baskı olduğunu hisseder.tıpkı ebeveynlerin çocuklarına toplum
içinde uyum sağlamaları için belli başlı kurallarla öğretmelri gibi.normal ve
patolojik ayrımında topluma uygun davranış normal diğerleri patolojik kabul
edilir. Toplum içinde bir diğer konu toplumsal tiplerin belirlenmesidir.
Toplumsal tipleri tespit edebilmek için basit toplumlara bakmamız gerekmektedir
intihar konusuna gelirsek Durkheim intiharı bencil, anomik ve kaderci diye üç
şekilde ele alıyor. Bencil intihar türünde birey topluma tam uyum
sağlayamadığında dolayı intihar ediyor yani belli gruplara tam olarak
girememiştir. Toplum içindeki düzenin tam sağlanamamasından dolayı ortaya bir
belirsizlik çıkıyor ve burada da anomik intihar tipini görüyoruz. Kaderci
intihar tipinde de Durkheim’a göre toplum içindeki bireyler geleneklere aşırı
biçimde bağlıdır ve bu yüzden belirlenen kurallara uymak amacıyla intihar
etmektedirler. Buna örnek olarak hindistan da ölen kocanın ardından kadının
intihar etmesini verebiliriz.
Anahtar Kelimeler: toplumsal olgu, intihar, sosyal
psikoloji, psikoloji, anomik
KAYNAKÇA
COLE, Stephen Cole Sosyolojik Düşünme Yöntemi
çev..Bekir Demirkol Vadi Yayınları
(1999) Ankara s.13-22
DURKHEİM, Emile DURKHEİM Sosyolojik Yöntemin Kuralları Dost
Baskı(2012) Ankara
GİDDENS,Anthony Gıddens Sosyoloji Kırmızı Yayınları Eylül
2012 s.(46-50)
KAĞITÇIBAŞI, Pr.Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı Sosyal Psikolojiye
Giriş Günümüzde İnsan ve
İnsanları Evrim Yayınevi İstanbul (2010) s.29
RİTZER,George Ritzer;1992, Caff ve diğ., 2006; Aron, 2006). Sociological Theory,
McGraw-Hill, Third Edition, 1992, Çeviren: Ümit Tatlıcan
TURNER, Detaylı
bilgi için bkz. Jonathan H.Turner vd.Sosyolojik teorinin oluşumu Çev.Ümit
Tatlıcan Sentez Yayıncılık(2010) Ankara
s.(353-388)
[1] Pr.Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı
Sosyal Psikolojiye Giriş Günümüzde İnsan ve İnsanları Evrim Yayınevi İstanbul
(2010)
[2]Detaylı bilgi için bkz. Jonathan H.Turner vd.Sosyolojik teorinin
oluşumu Çev.Ümit Tatlıcan Sentez
Yayıncılık(2010) Ankara
[3] Emile DURKHEİM Sosyolojik
Yöntemin Kuralları Dost Baskı(2012) Ankara
[4]Emile DURKHEİM Sosyolojik
Yöntemin Kuralları Dost Baskı(2012) Ankara
[5] Emile DURKHEİM Sosyolojik
Yöntemin Kuralları Dost Baskı(2012) Ankara
[6] Emile DURKHEİM Sosyolojik
Yöntemin Kuralları Dost Baskı(2012) Ankara
[7] Stephen Cole Sosyolojik Düşünme Yöntemi çev..Bekir Demirkol Vadi
Yayınları (1999) Ankara
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder