TC
MUŞ ALPARSLAN ÜNİVERSİTESİ
FEN EDEBİYAT FAKÜLTESİ
SOSYOLOJİ BÖLÜMÜ
2. SINIF
SOSYAL PSİKOLOJİ DERSİ
AUGUSTE COMTE’NİN SOSYAL PSİKOLOJİSİ
ZEYNEP ARGIN
120411003
AUGUSTE
COMTE (1798-1859)
HAYATI:1798 de Fransa`nın kuzeyindeki
Montpellier kentinde dünyaya geldi .Comte’un doğumundan Paris`de bir öğrenci olarak
kişiliğinin şekillendiği yıllara kadar olan dönem,devrim ve isyanlarla
noktalanan toplumsal ve siyasal kargaşa dönemiydi.Fransa’da sürekli değişen
politik manzaralar hızlı bir sanayileşme sürecine eşlik etmekteydi.İçinde
bulunduğu koşullar onun hayatına ve kişiliğine etki etmekteydi.O dönemdeki
inanç anlayışını yitiren Parisli öğrenciler ve aydınlar kuşağı ,yine de,inanç
temelinde yeni,istikrarlı bir düzen kurma arzusunu bir ölçüde
sürdürmekteydi.Çoğuna göre,bu yeni inanç bilim olabilir ve daha iyi bir toplum
yaratmak için kullanılabilirdi.Ayrıca,dünyayı yeniden inşa etmek için
bilimlerin –doğa bilimleri ve sosyal bilimlerin-birleştirilebileceği duygusu
gelişmekteydi.Dinin yerini bilimsel yasaların mühendislik uygulamaları
alacaktı. Comte özellikle Katolik inançlarını kaybettiği lise yıllarında
kendini bu düşüncelere kaptırdı.
Comte`un Claude- Henri de Saint-Simon’la başlangıçta sekreter,
daha sonra arkadaş olarak ilişkisi 1817’de başladı.İkisi çok yakın çalışma
arkadaşıydı ve Comte`un temel görüşleri bu dönemde şekillendi.Ancak Comte
özellikle Saint Simon’u önde gelen bir düşünür ve reformcu kılan çalışmanın
ardındaki entelektüel güç haline geldikten sonra onun egemen konumundan rahatsız olmaya
başladı.Ayrıca reformcu bir eylemden önce bir teorinin geliştirilmesi
gerektiğini düşündüğü için, eylemci Sait –Simon`la ve Sait-Simoncularla sürekli
çatışmaya başladı.Aradaki gerilimler,1824`te Comte `u bir şekilde onlardan
koparacak noktaya ulaştı:ancak bu davranış Comte`un kariyerine zarar vermiştir.
Ancak
tahammül gücü zayıf ve zor kişiliği onu insanlardan uzaklaştırdı. Asıl büyük
hedefi tüm bilimlerin tek bir şema altında birleştirilmesi önerisi bütün bilim
dallarından uzmanların saldırısına uğradı: sonuçta, akademik ve çevrelerde
zaten çoğu kez yaşandığı gibi. Akademik çevre dışından gösterişli ve tutkulu
bir kişi olan Comte derhal bir alay ve eğlence konusu haline gelmiştir.
Böylece, sosyolojinin isim babası, en azından Fransa’da gelecek vaat eden bir
parlaklıktan entelektüel yalnızlığa doğru ilerledi .Ancak Comte İngiltere de
John Stuart Mill ve Herbert Spencer’ı bir ölçüde etkiledi.Ayrıca o,kuşkusuz
,daha sonraki Fransız düşünürleri kuşağını ,özellikle Emile Durkheim ı
etkileyecektir.
Comte, umutsuzca dinleyici arayışı içinde,
işçilere ve ilgi duyan ayaktakımı
tabakasına dersler vermeye başladı. Hayatının
her döneminde bilimsel ,akademik ve entelektüel topluluğun saygısını
kaybetti.Kendini ”İnsanlığın Büyük Rahibi” olarak gören Comte ,müritlerine tebliğlerde bulunmaya başladı;Pozitif Felsefe
Sistemi’nde kendi bilim anlayışını bu tebliğleri savunmasına temel olarak
aldı-ironiktir ki,onu daha önce Saint-Simon’dan kopmaya yönelten bu tutumdu.O
artık,entelektüel düzeyi kendisinden daha düşük olanlara dersler veren ve
müritlerinin yarı-dinsel bir kült yaratmaya çalıştığı etkili biriydi.Ve
böylece,sosyolojinin kurucusu,sosyolojinin ne olması gerektiği konusunda ilk
açık ve önemli bir görüşün sahibi olan Comte kaçık bir budala olarak
ölecekti.Muhtemelen,özellikle tüm akademisyenler ve bilim adamları tarafından
reddedilmekten memnundu,ancak onun erken dönem sosyoloji anlayışının gücü ve
etkisi kayboldu-bu görüşler sadece onun ölümünden sonra yeniden güç
kazanacaktır.
AUGUSTE
COMTE’UN POZİTİVİZMİ
Yüzyıllarca
bilim (bilimsel bilgi) sistematik gözlem ve deneye dayanan, tarafsız, objektif, evrensel özelliği olan kısaca
‘pozitif’ bilgi olarak kabul edilmiştir.Pozitivizmin kökleri çok eskiye
dayanmakla birlikte,özellikle 17.yy’dan itibaren bilim dünyasında etkili
olmuştur.Auguste Comte’nin (1798-1857) kurucusu olduğu pozitivist anlayışa
göre,insanın düzenli bir evrende yaşadığı,tabiatın bütün sırlarının gözlem ve
deney yoluyla çözüleceği ve bilimsel gerçeklerin böylece ortaya çıkarılacağı
düşünülüyordu.Bu anlayışta,bilimsel bilgi gerçeğin kopyasıdır ve bu gerçekler
dış dünyada insandan bağımsız olarak bulunur.Bilim tarafından doğrulanması ya
da yanlışlanması mümkün olmayan doğa olayları pozitif bilimlerin
dışında,metafizik veya teolojinin kapsamı içinde düşünülmüştür.”Evren niçin
vardır?İnsan niçin yaratılmıştır?”şeklindeki sorular bu gruba girer. Klasik
bilim görüşü veya pozitivist anlayışta, gözlem ve deney dışı bilimin olmayacağı
görüşü hakimdi. Yani pozitivizm için “görünen şey
gerçektir.”Tabiatın bütün sırları sayılarda gizlidir.
Comte
‘a göre yaşanan çağ, bilim çağıdır. İnsanların
gelişimi, bilginin gelişimine bağlıdır. Comte ‘ a göre insanoğlu bu
konuma uzun yıllar sonucunda gelmiştir. Comte, bu süreci üç hal yasası ile
açıklar.
(1)Teolojik Dönem: Dinsel düşüncenin öne
çıktığı dönemdir. Evrenin değişmez yasalara göre değil, insan gibi canlı ve zeki varlıkların iradelerinin
yönettiğine inanılan dönemdir. Bunun ilkel şekli fetişizm , ikinci evresi çok
tanrıcılık , üçüncü evresi tek tanrıcılıktır ve bunlar ilk düşüncede üç
basamaktır , yavaş yavaş gelişmiştir.
1.basamakta insan, çevresindeki eşyayı
tıpkı kendisi gibi canlı , akıllı olarak düşünür ve görür(Putçuluk:Fetişizm).
2.basamakta insan düşüncesi, çevresindeki
olayların görünmez varlıklarca yönetildiği inancına yöneldi(Çok
tanrıcılık:Politeizm).
3.basamakta
bu görünmez varlıkların tek ve büyük bir iradenin yönetimi altında bulunduğu
inancı vardı(Tek tanrıcılık:Monoteizm).
(2)Metafizik Dönem: Bir soyutlama halidir.
Evreni yöneten , artık insana benzeyen bir
varlık değil soyut bir güçtür,soyut bir ilkedir.Bu halde de insan soyutladığı
nitelikleri ,soyut iyiliği ,soyut güzelliği ,soyut tanrılığı gerçek varlıklar
saymaktadır.Hıristiyan Avrupa’nın
Ortaçağ Comte’un metafizik haline örnektir.
(3)Pozitif (olgusal) Dönem: Bilim anlayışının
oluştuğu dönemdir. Ortaçağın sonunda
başlamıştır. Yeniçağ düşüncesi artık olayları başka olaylarla açıklamaktadır.
Bilimsel ilerlemeler , bu hale gelinceye kadar nedeni bilinmeyen bir çok olay
,bilim konuları ile açıklanmaya başlamıştır.
Psikoloji Tarihinde Köken Mitosu
Kavramı
Psikoloji
tarihinde "köken mitosu"
eleştirel psikoloji tarihi yazımı
ile gündeme gelmiş bir
kavramdır. Bu kavram özellikle geleneksel tarih yazımının bugüncü ve kutsamacı
anlayışının eleştirisinde kilit bir noktada durmaktadır. Kavramın gelişimini
anlatmaya girişmeden önce, kavramın dayandığı teorik arka planı, yani Thomas
Kuhn'un paradigmalar düşüncesini ele almak gerekir.
Thomas Kuhn'un ünlü eseri
Bilimsel Devrimlerin Yapısı (2000),
bilim tarihi ve sosyolojisi alanlarında oldukça üretken
tartışmalara kapı açtı. Kuhn'a göre bilimsel etkinlik birbirini izleyen kriz ve
devrim dönemleriyle karakterizeydi. Aslında bilimsel araştırma bir puzzle'ı çözmeye benziyordu. Normal bilim
dönemlerinde eldeki parçaların nasıl yerleştirileceğini belirleyen bir paradigma egemen oluyordu. Ancak öyle bir an geliyordu
ki, hakim paradigma artık puzzle'ın çözümüne uymamaya başlıyor ve özellikle
genç araştırmacılar tarafından ortaya atılan ve çözüme daha uygun olan yeni bir
paradigma eskisinin yerine geçiyordu. Ta ki bu paradigma
da çözüm için yetersiz kalmaya başlayarak krize girinceye kadar. Bilim tarihine
yönelik çok kaba bir şekilde özetlediğimiz
bu tarz bir yaklaşım aynı zamanda bilimin, alanla uğraşanların bir kurgusundan ibaret olduğu ve yeni bir
kurgulamaya girişmenin de pekala mümkün olduğu yolundaki tezleri de
desteklemekteydi.
Kuhn'un
çalışmasında bilim tarihinde devrim - kriz - olağan bilim dönemlerinin
belirleyici olduğu saptaması kadar önemli bir diğer nokta da, devrim ve yeni bir kriz dönemi arasındaki süreci
ifade eden olağan bilim sürecinde hakim
paradigmanın nasıl kendi ideolojisini yarattığı sorusudur.
Kuhn, olağan bilim döneminde bilimsel devrimlerin neden neredeyse görünmez hale geldiklerini ele alırken, ders
kitaplarını "olağan bilimin yaygınlaştırılması amacını güden eğitim araçları" olarak görür. Kuhn'a göre insanların bilimsel etkinliğe ilişkin zihinlerindeki
"imgeyi" yaratan "yetkili" kaynaklar, bilimsel devrimlerin
varlığının üstünü örtmeye çalışır. Burada Kuhn'un ifadesi bilim içinde üretilen bir tür
"ideolojiyi" tanımlar. Ders kitapları bu ideolojinin yaratıcısı ve genç kuşağa
taşıyıcısı konumundadırlar. Böylece ders kitapları bilim
dalıyla uğraşanların tarih bilincini budarlar ve saf dışı ettiklerinin yerini
başka şeylerle doldururlar.
Bu tarz kitaplarda tarih, ancak belirli koşullar
içinde yer alır ve belirli de bir işleve sahiptir. Bu işlev aslında bilimsel kesintililiğin üstünü örtmekten
başka bir şey değildir. Bilim alanında çalışan kişiler ve öğrenciler,
"büyük kahramanlara" yapılan bir takım göndermeler sayesinde "uzun bir tarihsel geleneğe ait
oldukları duygusuna kapılırlar. Halbuki onlara bu süreklilik hissini veren ve ders kitabından türetilmiş olan gelenek, gerçekte hiçbir zaman
var olmamıştır. Son derece işlevsel nedenlerden dolayı bilimsel ders kitapları geçmişteki bilim adamlarının çalışmaları
arasından, yalnız kendi metinlerindeki paradigma sorunlarının anlatımına ve çözümüne katkı
sağlayabilecek kısımları aktarırlar. Önceki çağların bilim adamlarını da,
kısmen seçmecilik, kısmen de çarpıtma
yoluyla, hep aynı kalan, değişmemiş bir sorunlar dizisi üzerinde çalışmış ve
yalnızca bilimsel kuramla yöntemde
meydana gelen son devrimin bilimden saydığı kurallar dizisini benimsemiş olan
kişiler gibi gösterirler.”
Psikoloji tarihi çalışmalarına baktığımızda, yeni, yani eleştirel tarih
yazımı giderek etkisini arttırsa da eski tarih yazımı anlayışının da varlığını özellikle ders kitaplarında ve "olağan
bilimin" resmi temsilcilerinin yazılarında koruduğu görülür. Kuhn'un tezleri bu
zıtlığın açıklanabilmesi
yolunda bir hayli ipucu vermektedir. Peki ama bu "gelenek yaratma"
süreci ya da başka bir ifadeyle "köken mitosu" psikolojinin olağan
bilim temsilcileri tarafından nasıl başarılmıştır?
Gordon Allport ve Comte'un Sosyal Psikolojiyi "Keşfi"
Psikoloji tarihiyle ilişkili olarak köken mitosu kavramını ilk
defa 1974 yılında bir sosyal psikolog olan Franz Samelson (1974) ortaya attı.
Samelson'un ele aldığı çalışma bir sosyal psikoloji el kitabında yer alan
Gordon Allport'un (1968) kısa sosyal psikoloji
tarihçesiydi. Allport bu yazısında Auguste Comte'u sosyal psikolojinin kurucusu olarak gösteriyordu ve bu iddiasını
Comte'un bilimler hiyerarşisinde en üstte bulunan la morale (ahlak) ile modern
sosyal psikoloji arasında bulunduğunu ileri sürdüğü bir paralelliğe dayandırıyordu. Hatta Allport, Comte'un eğer
günümüzde yaşasaydı "ahlak" yerine "davranış bilimi"
ifadesini kullanacağını ileri sürüyordu. Allport'a göre Comte kişilere idiografik bir yaklaşıma izin verecek ama
bütün insanlarda neyin ortak olduğuyla ilgili genellemeleri de engellemeyecek
bir birey biliminin arayışı içindeydi.
Buradan hareketle de Allport, şu sorunun,
Comte'un ana sorusu olduğunu ileri sürüyordu: "Birey nasıl
aynı anda toplumun hem nedeni hem de sonucu olabiliyor?" Comte
felsefesinin bu sözde "ana sorusu" Allport'a göre modern psikolojinin
de meşgul olduğu bir soruydu.
Oysa Samelson'un saptadığı gibi bu soru Comte'tan alıntılanmamıştı ve Comte hiçbir
yerde böyle bir soruyu direkt olarak
ifade etmemişti. Bu soru daha çok Amerikalı bir Comte
yorumcusu olan sosyolog De Grange'ın çalışmalarına (1923, 1930, 1931)
dayanıyordu ki, Allport De Grange'ı da alıntı sırasında bir miktar çarpıtmıştı. Samelson, Comte'tan yaptığı
alıntılara dayanarak Comte'un gerçek temel
sorusunun "sempatik içgüdülerimizin sürekli gelişimi, egoizmin alturizme bağlanması" olduğunu saptıyordu.
Samelson'un işaret ettiği en önemli nokta Allport'un Comte'u bir bütünlük içinde
ele almıyor oluşuydu. Gerek Allport gerekse de De Grange, Comte'un son dönem
eseri olan Système de Politique Positive'i kullanıyorlardı, ancak Comte'un son
dönemdeki en önemli görüşü olan "insanlık dini" kavramına atıf
yapmıyorlardı. Oysa Comte "dinsel düşüncesini, birliğin teorisi yolunda,
temel çalışması olan felsefi yaratımının üstüne koyduğunu" söylüyordu.
Bu
noktada Samelson şöyle diyordu: "Sorunumuz
alıntıların titizliğiyle ilgili küçük
bir sorudan tarih yazımının daha temel bir konusuna dönüşmüş bulunuyor. Bu tür bir seçme yanlış yoruma götürür mü? Ya da Allport açıkça modası geçmiş, bilim dışı ve
önemsiz olan materyali beceriyle
ayıklayarak, akıllıca, bugün önemli olan tarih parçalarını mı seçmiştir?"
Samelson'un direkt olarak Comte'tan yaptığı alıntılardan da
anlaşılacağı gibi, aslında Comte'un "ahlakıyla" (la morale) davranışçı sosyal psikoloji arasında herhangi bir ilişki
yoktu. Böylesi bir ilişki ancak Allport'un seçmeci yöntemiyle
kurulabiliyordu.
Samelson'un ifadesiyle Allport'un bugüncü ve kutsayıcı yöntemi
daireseldir. Zaten bildiğimiz bir şeyin tarihte yeniden keşfedilmesiyle, doğru olduğunu öğretir.
Böylesi bir tarih anlayışıysa , geçmişin
eleştirel bir sınanmasına değil bir köken mitosunun
yaratılmasına yol açar. Bugünkü bakışı, büyük bir düşünürün bizim doğrularımızı yüzyıl
önce "keşfettiğini", sorularımızın "yıllar öncesine"
dayandığını göstererek geçerli ve meşru kılar. Kendi disiplinimize devamlılık
etkisi ve bir gelenek sunar. Üstelik Allport'un yaptığı gibi ona bir üst bilim
yeri bile verebilir.
Samelson psikolojinin köken mitoslarıyla
ilgili şu saptamayı yapıyordu: "Psikolojinin köken mitosları metafizik
ejderhasını öldürüp ampirik bilim bakiresini kurtaran kahramanları, ideolojinin
sonunu ilan eden kanun koyucuları kutsar.
KAYNAKÇA
1)TURNER ,Jonart H./
BEEGHLEY, Leonard/ POWERS Charles H. ,Sosyolojik Teorinin Oluşumu ,Sentez Yayınları
,3.Baskı
2)Notes/sosyoloji-sociology/auguate
comte –ve-pozitivizm-olguculuk
3) SÖNMEZ ,Prof.Dr
Veysel ,Bilim Felsefesi ,Anı Yayıncılık,2008
4)BATUR,Serdar,ViyanaÜniversitesi
,elestirelpsikoloji.org/eleps/eleps/kokenmitosu.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder