17 Nisan 2014 Perşembe

THOMAS JEFFERSON BAĞIMSIZLIK BİLDİRGESİ- HEDLA DİRİ

          THOMAS JEFFERSON BAĞIMSIZLIK BİLDİRGESİ
                                                                                              HEDLA DİRİ*
         ÖZET
         Bağımsızlık Bildirgesi dört bölümden oluşmaktadır. İlk bölüm giriş bildirgenin amacını açıklar. Burujuvazinin üst düzeyde bir bakışı ikinci bölüm. Doğal haklar doktrini ve halkın egemenliğini en radikal düşünce olduğu dayanılmaz koşullarda sömürge hakları kuvvet Chendu li meşruiyet ve adalet silah almak zorunda olduğunu belirten İngiliz Kuzey Amerika kolonileri ezilen hakların yollar sayar numaralandırır bu üçüncü bölümdür. Son bölümde Amerika Birleşik Devletleri ciddiyetle bağımsızlığını ilan etti.
            Yinede bu bildirgede konu edinen bağımsızlık, özgürlük, eşitlik ve demokrasi gibi değerler vazgeçilmez olma niteliklerini sürdürüyorlar. Mesele bu kavramların içini daha sahici bir biçimde doldurabilmek ve anlamak hayata dökebilmenin yollarını aramak olsa gerek.
            Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi’ni yazan komite ve kabul eden delegeler sadece bir ülkenin bağımsızlığını ilan etmemiş aynı zamanda bütün insanların özgür ve eşit olduğunu insanların doğuştan gelen ve kaybetme ihtimali olmayan hükümetler ve ya devletler tarafından bağışlanmamış ve omların keyfine tabi olmayan haklara sahip olduğunu ilan etmiştir.
            Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi tüm Avrupa’da ama özellikle Fransız aydınları üzerinde bir etki yapmıştır. Fransızlar bu belgeyle kendi aydınlarının söylediklerini tekrar hatırlamışlardır. Ve bu belge kafalarındaki düşünceleri geçişe geçirmiştir. Fransızlar bir avuç Amerikalının küçük salonlarda özgürlük ve bağımsızlık üzerine konuşmalar yapıp kararlar almalarına, ve bu uğurda savaşmalarına imrenerek ve hayranlıkla bakmışlardır. Amerikan halkına yardım için giden Fransızlar, buradaki tecrübeleriyle birlikte Fransa’ya geri dönmüşlerdi .Fransız ihtilali’nde önemli görevler almışlardır. Bu bağlamda Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi Magna Carta gibi yerel kalmamıştır, insan haklarının  dünyada yayılması için ilk adım sayılabilir.
*Muş Alparslan Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Sosyoloji Bölümü, Lisans Öğrencisi
        
          Jefferson Amerikan Bağımsızlık savaşının başlamasının hemen ardından haziran 1775 ‘de 13 koloninin katılımıyla toplanan ikinci kongrede delege olarak yer almıştır. Kongre Haziran 1776 yılında bir bağımsızlık bildirgesinin kaleme alınması fikrini taşıdığı sırada Jefferson bu bildirgenin hazırlanması için görevlendirilen beş kişilik komiteye seçilmiştir. Komite muhtemelen Jefferson’ın yazar olarak sahip olduğu repütasyon ve ün dolayısıyla bildirgenin ilk taslak halini hazırlama görevinin Jefferson’a vermiştir. Bağımsızlık Bildirgesi’nde Jefferson şunları söylemiştir: ‘Biz şu gerçeklerin açık olduğu görüşteyiz. Bütün insanlar eşit yaratılmıştır, onları yaratan kendilerine vazgeçilmez bazı haklar vermiştir. Bu haklar arasında yaşama özgürlük ve refahını arama hakları da yer alır. Bu hakları korumak için insanlar arasında meşru, iktidar, hak ve yetkilerini yöneticilerin rızasından alan hükümetler kurmuştur der. Hangi bir hükümet şekli bir amaçları tahrip eder bir nitelik kazanırsa onu değiştirmek veya kaldırmak ve temelleri kendi güvenlik ve refahlarını sağlamayan en uygun görünecek ilkeler üzerine dayanan güç ve yetkiyi aynı amaçla örgütleyen yeni bir hükümet kurmak o halkın hakkıdır.
             Jefferson Bağımsız Bildirgesiyle Amerika da kadın erkek eşitliği, siyah beyaz ayrımcılığı da ortadan kaldırmak istemiş ancak başarılı olamamıştır. Jefferson bunun üzerine şu sözü söylemiştir: ‘bir toplumun yaşayışında bir ideali tamamen gerçekleştirememiş olması, bu ideali değerden düşürmez’ demiştir. Jefferson Bağımsızlık Bildirgesi’nde ‘insanlar doğarlar. Tanrı hepsine hayat, özgürlük ve mutluluk gibi bazı devredilemez haklar vermiştir’ der. Thomas Jefferson: İnsanlığı ilgilendiren olayların akışı içinde bir ulus kendini başka ulusa bağlayan siyasal bağları koparmak ve doğa yasalarının ve Tanrının ona dünya devletleri arasında bağışladığı bağımsız ve eşit yer almak gereğini duyduğu zaman insanlığın yargısına duyduğu o yerinde o saygı o ulusun bu ayrılmaya zorlayan nedenleri açıklamakla yükümlü kılar demiştir.
           



                                           KAYNAKÇA

JEFFERSON Thomas, Bağımsızlık Bildirgesi, Doruk Yayımcılık, Çev.Gülden KURT, İstanbul, Mayıs 2012

10 Nisan 2014 Perşembe

GİAMBATTİSTA VİCO - Vahibe Nur Buhan

                                     GİAMBATTİSTA VİCO
                                                                                      Vahibe Nur Buhan*
           GİRİŞ

Ünlü İtalyan siyaset felsefecisi,retoriği,tarihçisi ve hukuk danışmanı. Özgün bir tarih anlayışı geliştirmiş olan Vico, Descartes'ın tarihe açık ve seçik düşüncelerle yaklaşma tavrına karşı çıkmış ve doğruluğu, kesinliği, açık seçik düşüncelerde değil de, etkinlikte, insan varlıkları tarafından yaratılmış, gerçekleştirilmiş olanda aramıştır. Vico'ya göre, tarih, insanların eseridir. Çevrenin insan üzerinde belirli etken olduğu yaklaşımından uzak olduğunu vurgulamıştır. İnsan yalnızca kendisinin yarattığı şeyleri bilebilir düşüncesini benimsemiştir.Tarihin  döngüleri incelenirken her bir çağın kendi özel koşulları içerisinde ele alınması gerektiğini belirtmiştir.Vico; Hegel ve Marx’ı felsefi anlamda etkilemiştir.Çoğunlukla Aydınlanma düşüncesinin yanında sayısal da,Vico’nun hukukunu insanlık tarihinde çözümleme çabaları,gelişme sürecinde olan Avrupa geleneğini şekillendiren etmenlerden biri olarak önemlidir.Vico’nun toplumsal kalkınma evrelerine ilişkin düşünceleri de çoğunlukla akımları dışında kalır[1]

        VİCO’NUN HAYATI VE YAPITLARI
 Giambattista Vico (1668-1744), bir İtalyan hukukçu, filolog ve filozoftur.Napoli’de doğmuş ve orda ölmüştür.O, fakir bir kitap satıcısının oğludur  ve büyük ölçüde kendi kendisini yetiştirmiştir. 1699'dan 1741'e kadar Napoli Üniversitesi'nde, Latin dili retoriği kürsüsünde görev yapmıştır. Hukuk bilimi ile ilgilenmiş ve bu konuda bir çok eserler yazmıştır. 1723'de, sivil kanun kürsüsü için açılan bir sınavı kaybedince, tarih incelemelerine dönmüştür. Böylece, onu, ömrünün sonuna kadar meşgul edecek olan Yeni Bilim adlı eser belirmeye başlamıştır. Giambattista Vico'nun, ölümünden kırk yıl sonra, Napoli'de bir Vico kültür büyümeye başlamış, eserleri birçok dile çevrilmiş ve Vico incelemeleri için iki kurum ve bir dergi ona adanmıştır.
Vico, Yeni Bilim adlı eserini 1725’ te yayınlamıştır. Eserin ikinci edisyonu, 1730 da ve üçüncü edisyonu 1744’ te yapılmıştır. Eserin tam adı şöyledir: 'Ulusların Müşterek Tabiatı Üzerine Giambattista Vico'nun Yeni  Bilimin İlkeleri (Principles of New Science of Giambattista Vico Biliminin İlkeleri (Principles of New Science of Giambattista Vico Concerning The Common Nature of the Nations. Ünlü tarihçi, Jules Mıchelet (1798-1874), Yeni Bilim ve Otobiyografi'yi Fransızca'ya çevirmiş ve Vico onun aracılığıyla birçok tarihçiyi etkilemiştir. Vico'nun Yeni Bilim için büyük ümitleri vardır. Bu eserinde, sivil dünya veya ulusların dünyasını veya toplumu incelemeyi düşünmüştür. Vico, Principia Mathematica'yı yazan büyük bilim adamı Newton (1642-1727)' a, İncelemesinin bir kopyasını, bir haham aracılığı ile göndermiştir.[2]
Giambattista Vico, Yeni bir bilimin ilkelerini sunduğu eserinde, yalnız hükümdarların değil, ulusların, mit ve efsanelerinin, siyasal, kültürel ve kurumsal yapılarının tarihini de kapsayacak şekilde, bir tarihin ilkelerini verir. Vico’nun bilimine, neden "yeni" dediğini inceleyelim:
15. ve 16. yüzyıllarda görülen Rönesans düşüncesinin amacı, "eski"den kopmak "yeni"yi aramak, bulmak ve kurmaktı. Burada 'eski' sözcüğünün anlamını tam olarak belirlemek gerekir: "eski", geleneksel, çağı geçmiş, sönmüş, bozulmuş, çağ dışı, gerici gibi yüklemleri üstlenir. Ancak, Rönesans'taki "eski"den kurtulmak düşüncesi, özellikle, ortaçağ düşüncesinin temelinde olan klasik ve skolastik eğitim ve öğretimden kurtulmak ile gösterilebilir. Aksi takdirde, 'eski' sıfatı, Rönesans'ın kendisinden çok etkilendiği eski Yunan düşüncelerini de kapsamı içine alır. Halbuki, Rönesans bilindiği gibi,eski Yunan düşüncelerinin yeniden doğuşu gibidir. O halde, Rönesans'ın kurtulmak istediği ve 17. ve 18. yüzyıl düşünceleri ile birlikte, Vico'yu etkilediği görülen bu klasik, skolastik ve modern'in tanımına değinmek yerinde olacaktır.
Skolastik, kiliseye bağlı okullarda ve Ortaçağda üniversitelerde okutulan, genel olarak Hristiyanlık dini ile aklın doğal ışığının verdiklerini uzlaştırmaya çalışan, Aristoteles felsefesine dayanarak Kilise babalarının ortaya koyduğu bir akımdır.
Modern sözcüğü ise, VI. yy dan sonra Latince'de 'yenileyin, şimdi olan son zamanlarda' anlamını taşıyan bir sözcük olarak belirmiştir. Modo, X. yüzyıldan dan başlayarak felsefe ve din tartışmalarında kullanılmıştır. Ortaçağ ve klasik karşıtıdır. 17 yy. da 'Modern Felsefe, Bacon ve Descartes'in eliyle kurulmuş felsefe, 'Modern Bilim' Galile ile kurulmuş bir bilime inşa etmiştir.[3]

İnsan bilimleri alanında, kendinden sonraki yüzyılları etkileyen ve temel düşüncesi bakımından insan bilimlerine, tabiat bilimlerinden farklı bir yöntem ile yönelmesi gerektiğini dile getiren 18.yüzyılın ikinci yarısında yaşamış olan Vico, insanın yarattığı kültür dünyasını incelemek için yeni bir bilim ortaya koymaya çalışır. Vico, Yeni Bilim dediği bu eserinde, insanlığın ilkelerini ve bütün toplumların kendi tarihsel hayat süreçlerindeki gelişmenin müşterek adımlarını açıklar. Ayrıca, insanî düşünce eyleminin akıl ile olduğu kadar hayal gücü ve bellek ile nasıl bağlantısı olduğunu gösterir.
Yapıtları; The New Science (Yeni Bilim), The Autobiography of Giambattista Vico (Giambattista Vico Otobiyografisi), On the Study of Our Time (Zamanımızın Çalışması Üzerine), Discovery of True Dante (Gerçek Dante Discovery),On the Heroıc Mınd (Kahramanca Mind), Juno to Apollo (Apollon’a Jone), On the Most Ancient Wisdom of the Italians (İtalyanların Çoğu Kadim Bilgelik Üzerine), Unhearthed from the Origins of the Latin Language (Latin Dili Origins Unhearthed).[4]
VİCO’NUN BİLİM ANLAYIŞI
Vico'nun içinde bulunduğu çağda, elbette ki Descartes, Galileo ve Bacon'un fikirleri tartışılmaktaydı. Onun, bunlardan, kendine Bacon'u yakın görmesi çok doğaldı. Çünkü, Bacon, diğer ikisine göre felsefeye daha yakın matematiksel yöntemden en uzak olan kişiydi. Vico'nun bu modernlere karşı olduğu bir başka nokta ise, Rönesanstan beri ilkçağın hep kısmen incelenmesiydi. Kimi gruplar, Yeni Platonculuğu, kimi Aristoculuğu, kimi Epikürcülüğü incelemişti. Ancak, hepsini bütün olarak kucaklayacak bir bakış açısı geliştirilememiştir. Vico, kendi zamanındaki çalışmalar için şunları söylemektedir: 'Zamanımızdaki entelektüel gayretlerimizin tek hedefi, bütün çabalarımızı fiziksel fenomenin araştırmasına adadığımız gerçekliktir. Çünkü, onların tabiatı belirsiz, müphem değil görünür. Fakat, biz insanî tabiatı araştırmakta başarısız oluruz. Çünkü, insanın iradesinin özgürlüğünü belirlemek güçtür[5] Bu nedenle, insan, ancak, kendisinin oluşturduğu veya yarattığı bir şeyi bilebilir. Tabiat dünyasını Tanrı yaratmıştır. İnsan, ne kadar uğraşırsa uğraşsın  Tanrı'nın yarattığı tabiat dünyasını tam olarak bilemez. O halde, Vico, burada iki ayrı alan belirlemiş olmaktadır. Tanrı'nın yarattığı tabiat alanı (verum) ve insanın yarattığı alan (factum). O halde, bilinecek şey, insanlık dünyasının ya da delil, ispat gösterme gibi sözcüklere rastlanmasının yanı sıra, o, özellikle, halk sivil dünyanın ya da ulusların dünyasının olgularıdır (factum budur).
Son olarak Vico'nun deyimiyle bilim, insanların dünyasında Tanrısal zihni gören, tanrının inayetini temaşa eden bir metafiziktir. Bütüncül bilgi, gerçek bilgi, ilk ilkeler, insanlar dünyasında araştırılmalıdır. Tabiat dünyası insanlık ürünlerinin gerçekleşmesi için gerekli olan bir mekandır, insanın varoluşunu mümkün kılan bir alandır. O halde, Vico, insan merkezli bir düşünce etrafında sistemini geliştirmiştir ve tabiat ona göre olduğu gibi bilinemez bize göründüğü veya Tanrı, bize onu gösterdiği kadarıyla bilinebilir. Demek ki, ister fiziksel tabiat, isterse insanlık dünyası, Tanrı'nın inayetinin bize sunduğu kadarıyla bilinebilir. Vico'ya göre, filozoflar, bu inayeti tabiat üzerinde temaşa etmişlerdir ve bu nedenle de onun ancak bir kısmını görmüş ve gösterebilmişlerdir. Tanrı, insana, tabiat içinde varoluş vermiştir, ancak insanın en önemli özelliği toplumsal oluşudur. Çünkü, insan toplumsallaşmamış olsaydı ne bilim ne felsefe ne de diğer insanlık ürünleri ortaya çıkamazdı.[6]
BACON VE VİCO
 Vico, insanlık dünyasını araştırırken kendisine Bacon'un yöntemini örnek alır. Vico'nun Platon'dan sonra kendisine öğretmen seçtiği ikinci filozof Bacon'dur. O, neden kendine Bacon'u öğretmen seçmiştir. Bacon öncelikle bilimsel araştırma da kıyas yönteminin kullanılmasını eleştirmekteydi. Bacon, yine, "bilmek egemen olmaktır" görüşü ile de Vico'yu etkilemektedir. Vico, Bacon'un doğada yaptığı şeyi insanların dünyasında yani, "sivil dünya"da yapmak istemektedir. Bacon, 'tabiat'ı   incelemenin gereğini ortaya koymuştu. teorik bilgisi karşısına empirik bilgiyi koymak istemişti. Vico, 'insanların dünyası, sivil dünya veya ulusların dünyası dediği 'tabia'yı, Bacon gibi incelemek istemektedir. Vico'nun Yeni Bilim (La Scienza Nouva ) adlı eseri, tıpkı, Bacon'un tabiat dünyasının araştırılması için önerdiği model gibi, evrensel ve genel bir tarih anlayışını dile getiren bir model önermektedir. Bu nedenle de bir bilim olma iddiası taşımaktadır.[7]
     DESCARTES VE VİCO
                Descartes'in felsefesinde ve kartezyen akım için de tabiatı bilmek esastır. İnsan zihni, duyulur şeylerin ötesinde apaçıklığı ve kesinliği aramalıdır. 'açık ve seçik olarak kavradığımız bütün şeylerin doğru olduğu kuralı tanrı var ya da mevcut olduğu mükemmel bir varlık olduğu ve biz de varolan her şey ondan geldiği için doğrudur. Oysa, Vico için bilinecek olan şey, duyusal alandadır, insanın ortaya koydukları, ürettikleri yarattıkları şeylerdedir. Vico'ya göre, tabiat hakkında insanların düşünceleri, gerçekten tabiatı olduğu gibi yansıtmaz. Çünkü, tabiat, Tanrı yaratısıdır. İnsan, tabiatı olduğu gibi bilemez Bacon'a göre de 'insan tabiatı hem nesneleri hem de zihni işin içine katarak ve yaptığı gözlemler kendisine izin verdiği ölçüde anlayabilir ve onunla baş eder. Aksi halde ne daha fazlasını bilebilir ne de yapabilir’[8]
Vico, Desartes'in rasyonalizminin bazı hatalar taşıdığını hisseden çağındaki ilk düşünürdür denebilir. Bu öngörü ile Descartes'e yaklaşan Vico, yeni bir yol ortaya koymuştur. O, daha sonra Aydınlanma karşıtı olanların yolunu açanlardan biriydi. Vico, ilkin, Aydınlanma dogmasına karşı alternatif ileri sürdü. Aydınlanma dogması diyoruz, çünkü, Vico, aklın bu kadar yüceltilmesine ve ön plana çıkarılmasına karşıydı. Ona göre, insan aklını kullanmadan ve anlamadan insan olmuştu. Akıl, ona göre süreç içinde gelişmiş ve bu günkü haline gelmiştir. İnsan tabiatı değişebilir ve bizzat insanlar, bu değişime katkıda bulunur. İnsan, yalnızca, kendi yarattığı şeyi bilebilir. Bu nedenle de insanî bilimler doğa bilimlerinden farklı ve onlara üstündür.
VİCO’NUN YÖNTEMİ
Analiz kartezyen metodun ilk adımıdır. Aklın İdaresi için Kurallarda kural 5 şunu söyler: Eğer, biz, karmaşık ve karanlık önermeleri, adım adım, daha basit önermelere indirgersek ve bundan sonra zihinsel sezgimizden en basit önermelere doğru gidersek ve diğerlerinin bilgisine ulaşana dek adımlarımızı sürdürürsek metoda titizlikle bağlı kalmış oluruz. Görüldüğü gibi Descartes'in metodu analitik-sentetik metottu. Ancak, Vico için, insan düşüncesinden yola çıkarak insan tininin meydana getirdiği kurumları, tarihsel delil olarak anlamak, kültürü anlamak için bir temel olamaz. Başka bir yöntem ileri sürülmelidir. Kültür, insanın her türlü maddi ve manevi ürünleri, doğaya kattıkları olarak tanımlayabiliriz. Vico için, tarih ve kültür alanında da evrensel bir gerçeklikten ve evrensel ilkelerden söz etmek mümkündür. Vico'ya göre 'kültürler bütündürler. Kültürler esas itibariyle insanın kendini ifade biçimidir. Sanat da bu anlatımın büyük bir biçimidir ve biz geçmiş, şimdiki ve diğer kültürlerin de ifade biçimlerini, kurgusal hayal gücünü inceleyerek anlayabiliriz. Vico'nun bu görüşleri kendi zamanına göre oldukça modern görüşlerdi. Bir Vico uzmanı olan Berlin için, 'Vico'nun yazıları rasyonalizmden kurtulmuş modern bilgi felsefesini temsil eden ilk önemli gayreti temsil ediyordu. Daha da önemlisi diğer kültürleri yargılamaktan ziyade kendi yapıları ve dönemleri içinde anlamamıza izin veren yeni bir yaklaşımı ortaya koyuyordu.
SONUÇ
Vico ile bugünün düşüncesi arasındaki temel bağlantı, insan problemindedir. O, bildiğimiz gibi, tarih ve tabiat arasına kesin bir ayrılık koymuştur. Ve insanın, kendi tinselliğini fark etmesini sağlamıştır. İnsanın kendi kurduğu evren, insanın dışında var olan bir evren değildir ve tabiat gibi ona yabancı olan bir evren değildir. Tarihsel gerçekliğimiz, somut bir gerçekliktir ve insanlığın oluşturduğu kurumlar üzerinde yükselir. Tarihin amacı, bu kurumların zamansal ve varoluşsal yapılarını, eylemlerini incelemek olmalıdır.
İnsanlığın tarihi ve kültürü üzerine bir model ileri sürmüş olan Vico, Descartes’in tümdengelimsel yöntemini eleştirerek Bacon’un tümevarımsal yöntemini benimsemiş ve bunu kültür dünyasına uygulamak istemiştir. Biz, onun bu çabasının, bugünkü sosyal bilimlerin gelişmesinde dikkate değer bir katkısının olduğunu, fakat, önerdiği bu yöntemin sosyal bilimler açısından yeterli olmadığını tespit etmiş bulunmaktayız. Ancak, o, bugün sosyal bilimlerin hedef aldığı yolda, kültürel alanda, dinsel, bilimsel, siyasal ve sosyal olanı birbirinden ayırmadan incelemek gerektiğini de öne sürmüş ve bu düşüncesini, incelediğimiz bu eserinde bizzat uygulamıştır. Bu nedenle, Vico'yu, bir bilim araştırıcısı olarak değil, bir kültür filozofu olarak ele alırız.








KAYNAKÇA
Alan Swingewood,Sosyolojik Düşüncenin Tarihi.Çeviren (Osman Akınhay),Agorakitaplığı,3.Bsım Ağustos 2010

Descartes Metot Üzerine Konuşma s.38
file:///C:/Users/RAZ%C4%B0YE/Downloads/2265%20(2).pdf

GİAMBATTİSTA;Vico ,New Scince,Çeviren(Thomas Gaddard Bergin ve Marx Herald Fisches),3. Baskı,1744 s.299

Oxford Üniversal Sözlük, W.Little, HFFowler, J. Coulson, Oxford Üniv hazırladı. Press, 1967
 PETER;Burke,Vico, s.28. Oxford University Press, 1985.
Vico;İngilizce İşleri Bibliyografyas,ı 1884-1994 From

Vico, Zamanımızın Yöntemleri Çalışması günü s.33,1995

















*Muş Alparslan Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü Sosyal Psikoloji 2.Sınıf Lisans Öğrencisi
¹Vico Giambattista;New Scince,Çeviren(Thomas Gaddard Bergin ve Marx Herald Fisches),3. Baskı,1744 s.299

[2] Burke, Peter; Vico, s.28. Oxford University Press, 1985.
[3] Oxford Üniversal Sözlük, W.Little, HFFowler, J. Coulson, Oxford Üniv hazırladı. Press, 1967..
[4] Vico;İngilizce İşleri Bibliyografyas,ı 1884-1994 From
[5] Vico, Zamanımızın Yöntemleri Çalışması günü s.33,1995
[6] Alan Swingewood,Sosyolojik Düşüncenin Tarihi.Çeviren (Osman Akınhay),Agorakitaplığı,3.Bsım Ağustos 2010
[7] file:///C:/Users/RAZ%C4%B0YE/Downloads/2265%20(2).pdf
[8]  Descartes Metot Üzerine Konuşma s.38

OLİGARŞİ DEVLET YÖNETİM BİÇİMİ - Fatma SALAR

                            OLİGARŞİ DEVLET YÖNETİM BİÇİMİ

                                                                                        Fatma SALAR*

      Oligarşi:Bir çeşit devlet yönetimi şeklidir.Bu yönetim şeklinde devletin yönetimi sağlayan  göç bir grubun yada bir ailenin elinde olmasıdır.Yani belirli bir zümrenin bir ülkeyi yönetmesiyle ortaya çıkan yönetim biçimidir.
       Genelde yönetimdeki grup, askeri, siyasi veya maddi olarak ülkenin önde gelen gruplarından birisidir.Bazı siyaset bilimcileri, yönetim şekli ne olursa olsun her devletin yönetiminde mutlaka bir oligarşi olduğunu belirtirler. Bu siyasetçilerin başında Robert Michels gelir.Bunu ‘Oligarşinin Tunç Yasası`[1] olarak adlandırmışlardır.Robert Michels bu eserinin içeriğini bütünüyle yansıtan ‘Siyasi partiler:Modern Demokrasi Oligarşik Eğilimler Üzerine ` sosyolojik bir araştırmadır.Oligarşinin tunç kanunu olarak bilinen  teorinin özünü  demokratik örgütlerden  söz etmek demek oligarşiden söz etmek demektir.`Şeklinde ki tez oluiturmaktır.Ayrıca demokratik bir örgüt ne kadar büyürse oligarşide o denli güçlenmektedir.
      Oligarşi yönetim şekline örnek vermek gerekirse İran, Küba, Sovyetler Birliği bu gruptadır.Oligarşi demokratik bir yönetim şekli değildir.Çünkü demokratik olabilmesi için yönetime halkın sadece bir kesimi değil tamamı katılmalıdır.
     Oligarşide esas olan,  soru sorma, tenkit etme, hızlı kontrol ve hesap  verme  müesesenin tesirli şekilde mevcut  olmayışıdır.Bu sebeple meşrutiyeti kabul edilmiş adil  idarelerin oligarşiye  dönüşmesi için güçlü esas ve kaideler konulmaktadır.
      Oligarşi  çeşitli şekillerde teşkil edebilmektedir.[2]
      a)Parti Oligarşisi:Siyasi partilerin  bünyesinde güçlü bir grup  veya hizbin partinin faaliyetince kademelerinde hakimiyet kurarak kendi istekleri doğrultusunda yönlendirilmesine denir. Bunun zıddı olan,
      b)Parti içi Demokrasi:Üyelerin isteklerini ve seslerini kaidelere göre en üst kademelere duyurabilmeleri, parti organlarının baskı olmaksızın faaliyet gösterebilmeleri demektir.
      c)Mali Oligarşisi (Sanayiciler Oligarşisi ):Ekonomik hüviyetindeki olgarşi çeşitlerindendir.
      d)Süper Devlet Oligarşisi:Dünya siyasetinde de ABD VE Eski Sovyetler Birliği’nin anlaşarak, uzlaşarak istedikleri  çözümü kabul ettirdikleri “ Süper  Devletler Oligarşisi’’ nden bahsedebilmekteydi.
      Günümüzde ve tarihte çeşitli oligarşik  idarelere rastlanmaktadır.Nomenklaturanın  Sovyetler Birliğindeki iktidarı, toprak sahipleri,tüccarlar ve özel gemi imalatçılarının bir araya gelerek oligarşik bir idare kurdukları Kartaca Devleti, Isparta ve Atina devletleri örnek olarak gösterilebilr.Osmanlı Devletinde adalet, devletin dayandığı temel prensiplerden birisi olduğu için, oligarşik bir idare tarzı teşekkül etmemiştir.
Günümüzde hala bu yönetim şekline sahip devletler vardır. Zaten oligarşide halkın yönetimde söz sahibi olmadığını düşünürsek bu yönetim şeklinin  daha çok gelişmemiş ülkelerde uygulandığını söyleyebiliriz.geçmişte oligarşi(Aristokrasi)ile yönetilen ülkeler, Eski çağda Roma ,Yunanistan.Günümüzde Cezayir,Irak ve   Suriye gibi ülkeler oligarşik devletlerdir.
Bazı Oligarşi Çeşitleri
1)Meritokrasi
2)Plütokrasi
3)Aritokrasi
4)Teknokrasi
5)Jüritokrasi
1) Meritokrasi: Yönetimin yetenek ve bilgiye dayalı olarak el değiştirdiği bir  sistemdir. Yönetim iradesi,soyluluk,zenginlik,yada rutbelere bağlı olarak değil,tamamen kişilerin yönetim becerisine ve yönetime dair sahip oldukları bilgiye bağlıdır.Üstün özelikler sahip olduğu düşünülen kişiler arasında yapılan eleme sonucunda devletin yönetim idaresinin belirlediği meritokrasi, bu özelliği ile kendi içinde son derece  adil ve fırsat tanıyan bir yapıya sahiptir.Adam kayırma olarak tanımlanan tüm hareketlerin tamamen yasaklandığı meriktokrasi yönetiminde, kamu yönetimi bu konu hakkında daha bilgiolan insanlara bırakılır             
Kamunun daha bilgili kişiler tarafından yönetilmesine imkan tanıyan meritokrasiye en iyi örnek,Osmanlı Devletindeki “devşirme” sistemidir.
      Devlet yönetiminin üst kademelerinde “zeka,kuvvet,güç,hitap yeteneği,çalışkanlık” gibi vasıfların arandığı meritokrasi sistemi, toplumun en iyi şekilde yönetilebilecek kişilerin yönetime geldiği bir sistemdir.Böylece gerekli donanıma sahip kişilerin “hak ettikleri” makamlarda görev yaparak milletin en iyi şekilde  yönetilmesini sağlamış olur.Soylu kişilerin veya burjuvaların yönetim elinde tuttuğu sistemlerden tamamen farklı olan meritokrasi  bu özelliği ile monarşi yönetiminden de  ayrılır.
      İngiltere merkezli Meritocracy Darty 5 maddeden oluşan bir manifesto yayımlamıştır. Bu maddeler şu şekilde sıralıyabilirz[3].
1)Kayırmacılık Yoktur:Ailenizin değil sizin kim olduğunuz önemlidir.
2)Yandaşlık Yoktur: Başkaların sizin için ne yapabildiği değil sizin ne yapabildiğinizönemlidir.
3)Ayrımcılık Yoktur:Cinsiyet,ırk,din,yaş,geçmiş önemsizdir.Yetenek her şeydir.
4)Eşit İmkanlar:Herkesle aynı noktadan başlar ve yeteneklerinizin sizi götürdüğü yer gidersiniz.
5)Tatminler Erdemler:En başarılı insanlar, en yüksek tatmine erişirler.
2)Plütokrasi[4]:Zenginlik ve beraberinde gücü elinde bulunduran insanlar topluluğunun oligarşik bir sistemde (sadece belirli bir grubun bir ülkeyi yönetmesi)devlet yöneticisi olmasına  denir. Bu iktisadi iktidar egemenliği tarihte sıkça görülür ancak zaman diğer yönetim sistemleriyle iç içedir.
       Plütokrasi, bir devlet görevini el altında tutmanın, o görevde bulunmanın zenginlik elde etmenin yolu, aracı olduğu yönetim biçiminden ayırılmalıdır. ABD demokrasisi plütokrasi olma yolunda bir eğilime sahiptir. Halbuki plütoktarik olmayan demokratik merkeziyetçilik sistemi önemli devlet görevleriyle mühim miktarda zenginlik elde edilmesine meydan verir. Bu tanıma tamı tamına uyan bir örnek bulmak zordur.
Fransa'da Louis Philippe yönetimi (1830-48) altında yüksek ölçüde mülkiyet sahipliğine dayanan kiralama yöntemi ve ABD'de 19. asrın son yıllarındaki Amerikan politikasında zenginlere açık görevler, roller bu toplumlara kısmi bir plütokratik nitelik kazandırmaktadır.
3)Aristokrasi:Bir ülkeyi  yöneten soylular topluluğu Aristokrasi, Platon ve Aristoteles tarafından geliştirilmiş olan bir terimdir. Platon ve Aristoteles gerçek anlamda bir yönetim modeli olarak, aristokrasiyi, yani, ahlâksal ve entellektüel bakımdan üstün ya da en iyi olan az sayıdaki insanın yönetimini önermişlerdir. Başka bir deyişle. Platon ve Aristoteles’te aristokrasi, toplumun en ahlâklı ve en aydın üstün kesimini oluşturan bir azınlığın, halkın çıkarları doğrultusundaki yönetimidir.[5]
Üç türlü aristokrasi vardır; birincisi yaş ve kıdem; ikincisi servet; üçüncüsü akıl ve bilgidir. En şereflisi sonuncusudur
a) soylu erki    b)soylular sınıfı   c)soylular topluluğu
bir ülkenin yönetimini soyluların yürütmesi.Aristokrat denilen soyluların pek çok ayrıcalıkları vardır.Bu çeşit idareye Eski Venedik Cumhuriyeti örnek gösterilebilir.
      Günümüzde ise Birleşik Krallık dahil  çoğu Avrupa ülkesi aristokratik unvanları hala kullanmakta.
4)Teknokrasi:Alınan karaları bireylerin veya kitlelerin ihtiyaçları değil,mevcut teknik imkanların etkilediği yönetim modelidir.Terim ilk kez 1910 yılında William smith adındaki bir Amerkalı tarafından sosyal organizasyon teorisi ve ulusal endüstri Managemet  sistemi adı altında tarif edilmiş ve geliştirilmiştir.
      Teknokrasinin başlıca özellikleri şunlardır.
a)Siyasi kurumların iktidarı, teknokratlardan oluşan “uzmanlar kuruluna’’ devredilir.
b)Siyasi ve ekonomik süreçler bilime ve rasyonalizme dayandırılır.
       Teknokrasi taslağını 1912 yılında ilk Thorstein Veblen  öne sürdü.Veblen’e göre sibernetik sistemlere hakim oldukları için  mühendislerin devleti yönetmesi gerekir.Daha çok Büyük Bunalım’ın egemen olduğun 1929 sonrasında zemin bulmuştur.Günümüzde  ise sadece ansiklopedik yaklaşımlarla ele alınmakla yetinilmektedir.
5)Jüristokrasi:Yargıçlar yönetimi olarak tanımlanmaktadır. Demokrasiye  zıt bir kavramdır.Oligarşik bir yönetim biçimidir ve milli irade göz ardı edilir.Jüristokrasi, fonksiyon gaspı  ile de tanımlanmaktadır.Olgunlaşmış demokrasilerde sıklıkla görülen Jüristokrasi’de yargı kurumunun başındakilerin yorum kabiliyeti  ön plana çıkar ve yargıçların yorumları ile şekillenen kanunlar ile ülke yönetilmeye çalışılır.[6]


        Kaynakça:
 http://tr.wikipedia.org/wiki/Oligarşi
http://karacaemre23.blogspot.com.tr/2010/01/oligarsinin-tunc-yasasi-kanunu.html
http://oligarsi.nedir.com/
http://tr.wikipedia.org/wiki/Meritokrasi
http://www.msxlabs.org/forum/siyasal-bilimler/322000-devlet-yonetim-bicimleri-plutokrasi.html
http://bilimlersitesi.tr.gg/Aristokrasi-nedir--f-.htm http://anayasamahkemesi.blogspot.com.tr/2008/06/jristokrasi-nedir.html



*Muş Alparslan Üniversitesi  Fen Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü Lisans Öğrencisi
[1] http://karacaemre23.blogspot.com.tr/2010/01/oligarsinin-tunc-yasasi-kanunu.html
[2] http://oligarsi.nedir.com/
[3] http://tr.wikipedia.org/wiki/Meritokrasi
[4] http://www.msxlabs.org/forum/siyasal-bilimler/322000-devlet-yonetim-bicimleri-plutokrasi.html
[5] http://bilimlersitesi.tr.gg/Aristokrasi-nedir--f-.htm
[6] http://anayasamahkemesi.blogspot.com.tr/2008/06/jristokrasi-nedir.html

SOSYAL ALGI - GÜLCİHAN EKİCİ


2014


Muş Alparslan üniversitesi



GÜLCİHAN EKİCİ




[SOSYAL ALGI]
İNSANLARIN TOPLUMSAL BİLGİLER TEMELİNDE NASIL ÇIKARSAMALAR YAPTIKLARININ VE KARARALDILARININARAŞTIRILMASI.




                                                               SOSYAL ALGI
Çoğu zaman başkalarına bir göz atarak edinilebilecek bilgiyle yetinmeyiz. İnsanlar başkalarına ilişkin izlenimlerini oluştururken ulaşabilirler her türlü bilgiden yararlanırlar. İzlenim oluşturma başka insanların kişilikleri hakkında bir yargıya varma ya da ne tür insanlar oldukları konusunda tahminlerde bulunma anlamına gelir.        
İnsanlara ilişkin izlenimlerimizi nasıl oluştururuz,bu izlenimleri oluştururken ne bilgilerden yararlanırız,izlenimlerimiz ne kadar doğrudur ve izlenimlerimiz hangi yanlılıklar etkiler? İnsanların başkalarına ilişkin izlenimlerini nasıl oldukları düşünürken altı yalın ve genel ilkeyi akılda tutmakta yarar vardır.
      1.İnsanlar başkalarına ilişkin izlenimlerini çok az bilgi temelinde çok çabuk oluştururlar ve onlara genel özellikler yüklemeye devam ederler.
      2.Her özelliğinden çok en çarpıcı özelliklerine dikkat ederler.
      3.Algısal alanımızı uyarıcıları gruplayarak ya da sınıflandırarak örgütleriz. İnsanları grupların üyeleri olarak görmek eğilimindeyizdir.
      4.Bir algılayıcının kendi gereksinim ve kişisel amaçları onun başkalarını nasıl algılayacağı üzerinde etkili olur.
Roller          
     Rol şemaları bilgi verici, zengin ve açıktırlar. Geniş bir dizi boyutta daha çok ve önemli bilgi sağlarlar. Ayrıca,roller kişilik özelliklerinden daha belirgindir, dolayısıyla daha canlı çağırışımlara yol açarlar.
  Fizilsel İpuçlar
    İlk izlenimlerimiz insanlara ilişkin özellikleri çıkarsamak üzere önce görünüm ve davranışlar üzerinde odaklaşır. Örneğin; kişinin tutucu giyinmiş olduğu bilgisi, siyasal olarak muhafazakar olmak gibi , ona bir dizi başka özelliğin yüklenmesine neden olabilir.
Çarpıcılık
      İnsanlar dikkatlerini art alandan ya da zeminden çok görsel alanın çarpıcı yönleri üzerinde odaklaşırlar.(Nelson ve  Klutas,2000)Buna şekil-zemin ilişkisi de denir.
Diğerleri içinde bir ipucunun çarpıcı kılan nedir? Açıkça belirlenebilir bir dizi nesnel koşul ipuçlarını çarpıcı hale getirir.Bir ipucunu bağlamı içinde nesnel olarak daha çarpıcı ve dikkat çekici yapmak eğilimindedir. Bunun yanı sıra çarpıcılık nedensellik algılarını da etkiler.
1.PEPLAU ANNE Letıtıa,sosyal psikoloji,1998.40s
Davranışlardan Kişilik Özelliklerine
  Görünüm davranış hatta el kol hareketleri gibi gözlenebilir bilgide çok çabuk kisinin nasıl olduğu hakkında kişilik özelliği çıkarsamalarına gideriz.(Mae, Carleston ve  Skowronski,1999;Van Overwalle, Drenth ve Marsman,1999)Kişilik özelliklerine gönderme yapma insanları betimlemenin davranışlara gönderme yapma insanları betimlemenin davranışlara gönderme yapmaktan daha ekonomik ve genel bir yoludur.Biri size oda arkadaşının nasıl biri olduğunu söylediğinde siz anımsayabildiğiniz her davranışı saymak zorunda kalsaydınız,bu çok uzun sürerdi.Ayrıca arkadaşınızı anlattığınız kişi de süreçten çok daha bilgilenmiş olarak çıkmayabilir.Bunun yerine oda arkadaşınızın değişik yönlerini özetlemek için kişilik özelliklerini kullancaktınız. Kişilik özelliklerinin diğer kişik özelliklerini ima etmesi örtülü kişilik  kuramı adı verilir.Yinede kişilik özellikleri çıkarsama derecesi bakımından bireysel farklılıklar vardır.
İzlenimleri Bütünleştirme    
         İnsanların görünüş ve davranışlarına ilişkin gözemlerden oldukça çabuk kişilikleri hakkında çıkarsamalarda bulunuruz.bunun alt başlıklar altında değerlendirirsek
-DEĞERLENDİRME  
-OLUMSUZ ETKİ                                                           
-OLUMLULUK YANLILIĞI
-DUYGUSAL BİLGİ
-ANLAM YÜKLEME
-TUTARLILIK YÜKLEME
-TUTARSIZLIK GİDERME
-ŞEMELER
-MODELLER

Değerlendirme ilk izlenimlerin üzerinde kurulduğu en önemli örgütleyici boyuttur.
İnsanlar ilk olarak bir başkasını ne kadar sevdiklerini ya da sevmediklerine karar verir,sonrada bu sevilen yada sevilmeyen resme uygun özellikler yükler.              
2.E.TAYLOR Sshelly,sosyal psikolji,imge kitabevi,1993


(BU MAKALEDE KONUNUN PEKİŞMESİ İÇİN HABERLRDEN BİR YAZI İLE DESTEKLEMEYE ÇALİŞTİM.)
                                               RAHİBELERİN ÖYKÜSÜ            
Altı yüz yetmiş sekiz rahibe sosyal biliş konusunda dünyaya ne öğretmiştir? Son zamanların haber öyküleri fırtınasının da gösterildiği gibi, yanıt” oldukça çok şeydir.”Kentucky  Üniversitesi’nden psikolog David Snowden bu büyük grup üzerinde 1986 yılından beri çalışmaktaydı.Amacı yaşamının ilk dönemlerinin hangi yönlerinin daha sonraki yıllardaki ,Alzheimer hastalığını ve erken ölümleri de içeren,potansiyel yıkımlara karşı koruyucu olduğunu ortaya çıkarmaktı.Snowden rahibeler üzerinde çalışmaya 1986 yılında başladı.Bu grubu seçti çünkü rahibeler manastra çok genç yaşlarda girerler,ondan sonraki yaşam stilleri büyük ölçüde benzerdir:Başkaları arasında,yaşam koşulları,sağlık bakımları ve ekonomik konumları birbirine benzer.Bu nedenle erken bunama ve hatta ölüme yol açan etmenlerin anlaşılmasında potansiyel bir laboratuar sağlarlar.Manastra girdikleri günden başlayarak rahibeler hakkında tutulmuş dosyaların saklandığı iki metal dosya dolabı buldu.Her kadının geçmişine,anababasına,kardaşlerine manastra girme nedenlerine ve benzerlerine ilişkin ayrıntılı bilgiler vermişti.Kısacası her dosya kişisel ve toplumsal gözlemlerle dolu küçük birer biblografyaydı.Snowden bu genç otobiyografilerin Alzhaimer hstalığın gelişmesinde önemlş bir ip ucu verdiği ortaya çıkardı.Dosyalarınıkarmaşık ve ayrıntılı dolduran kadınların daha sonraki yaşamlarındaki bilişsel olarak kötüleşmeye,geçmişleri konusundaki bilgileri daha olgusal ve yalın yazanlarınkinden daha az eğilimliydiler.Örneğin;düşük puan alan rahibelerden birinin “baban İrlanda da Ross kentinde doğdu,şimdi Oneau Claire’de bir saç metal işçisidir.”sözü ile şu daha karmaşık yazılan otobiyografilerden birini karşılaştırın:”Baban çok yönlü, çok meslekli bir adamdır,fakat başa gelen meslekler meşguliyeti marangozluktur.Bu mesleğe annemle evlenmeden önce başlamıştır.”(Time,14 Mayıs 2001).İkinci kadın genç yaşına kadar hiçbir erken bunama belirtisi göstermeksizin yaşarken ölümünden sonra araştırıldığından ilkinin erken kötüleşme belirtileri gösterdiği ortaya çıkmiştır.  





3.TİME,14 MAYIS 2001

KAST SİSTEMİ - Leyla SÖZCÜ

                                                        KAST SİSTEMİ
                                                                                        Leyla SÖZCÜ[1]

         Giriş
          Portekizce’de ‘’ırk’’ anlamına gelen kast, bir kişinin toplumsal konumunun yaşam boyu belirli olduğu toplumsal düzendir. Bundan dolayı kast toplumlarında, farklı toplumsal seviyeler birbirine kapalıdır. Yani tüm bireyler yaşamları boyunca doğdukları toplumsal seviyede kalmak zorundadırlar.
          Herkesin toplumsal konumu, doğumla kazanılan ve  bundan dolayı sonradan değişileceğine inanılmayan kişisel özniteliklerine soy ve etnik bağ gibi anlaşılan (çoğunlukla fiziksel özniteliklere ve ton rengine dayanan ), atalarından gelen din kasta dayanır. Bir kişi bir kastın içinde doğar ve yaşamı boyunca da bu kastta kalır. Bir bakıma kast toplumları sınıfsal konumunun doğumla kazanıldığı, sınıflı toplumların özel bir türüdür.
          Bunlar 1992’de beyaz yasalarının sona ermesinden önceki Güney Afrika’da ve Hindistan’ın kırsal kesimlerinde olduğu gibi, gelişmemiş sanayici kapitalist toplumlar olan tarım toplumlarına özgüdür(Giddens,2012: 341-342).
         Kast düzenleri modern zamanlardan önce dünyanın tümünde bulunuyordu. Örneğin Avrupa’da, Yahudiler sık sık başka bir kast olarak görülmüş, kısıtlı belli bir mekanda yaşamaya zorlanmışlar ve Yahudi olmayanlarla evlenmeleri ( bir dereceye kadar etkileşim kurmaları da) yasaklanmıştır. ‘’Getto’’ terimi, Venedik sözcük olan ‘’dökümhane’’den türemiştir, ilk resmi Yahudi sitesi, 1516 da Venedik hükümeti tarafından kurulmuştur. Sonuç olarak terim, ABD kentlerindeki, kast benzeri ırksal nitelikleri ve etnik farklılıklarıyla azınlık mekanlarını betimlemek için kullanılmadan çok önceleri Yahudilerin yasal olarak yaşamaya zorlandığı Avrupa kentlerindeki bu kesimleri dile getirir olmuştur (Britannica, 1992).
          Kast düzenlerinde, diğer kastların üyeleriyle bağlantı kurmak şiddetle caydırılmıştır. Böylece kastın ‘’arılığı’’, yasalar ve geleneklerin gerektirdiği biçimde bir toplumsal öbek içerisindeki biriyle evlilik olan, içevliliğin kuralları yoluyla sürdürülmüştür (Giddens,2012: 341-342).
          KAST SİSTEMİNİN GENEL ÖZELLİKLERİ                                                                                    
1.       Her kastın bir adı vardır ve kasta mensup olan kişiler kendi adlarıyla birlikte kastlarının adını zikrederler.
 2.  Kapalı bir toplumsal tabakalaşma sistemi olup; bireyler kast içindeki statülerine doğumlarıyla sahip olmuşlardır ve bu statü, yaşam boyu aynı kalmaktadır.
3.      Yemek bağları önem bakımından evlilik bağlarından sonra gelir. Genel olarak bir Hindu kendisinden aşağı kasttan birisiyle yemek yiyemez; keza onların pişirdikleri yemeği de yiyemez. Bazı aşağı kastların vardır ki gölgeleri bir yemeğin üstüne gelmesi yemeğin yüksek kastlar tarafından pislik olarak görülmesine sebebiyet verir.
4.    Aşağılık sayılan işler (lağımcılık, süprüntücülük gibi) sadece aşağı kastlar tarafından yapılır.
5.     Kast usullerine saygısızlık ve itaatsizliğin en büyük cezası kasttan atılmaktır. Atılan kişinin kasta yeniden dönmesi için; Kast’tan af dilemek, kendini alçaltmak, uzakta bir mabedi ziyaret etmek ve Gence de  yıkanmak, baş ve dilini kızgın demirle dağlamak, ineğin beş mahsulünden yapılmış bir karışımı (süt, yağ, aymak ve iki pislik) yemek.
6.       Her kastın kendisine özel merasimleri vardır. Bunlardan en önemlisi bağ veya ip takma merasimidir. 7 ve 9 yaşları arasındaki erkek çocuklarına birkaç gün süren şenliklerde boyunlarına ip asılır ve bu ipi ölünceye kadar taşırlar. Bu merasimden sonra tam bir Hindu sayılırlar.
           KAST SİSTEMİNDE SINIFLAR
           Kast sistemini ayakta tutan üçüncü etmen, kurumsal bir öğe olan reenkarnasyon ile ‘’Varna’’ (renk) öğretisi tüm insanların doğuştan şu dört kasta ayrıldığını savunur:
1.       Dua eden Brahmanlar (rahipler ve bilginler)
2.       Savaşan Ksatriyalar (prensler ve askerler)
3.       Çalışan Vaisyalar (esnaf ve çiftçiler)
4.       Kirli işleri gören Şudralar  (şudralar: köleler ve işçiler)
          Kast sistemi, kendi içinde oluşturduğu ‘’geçirmemezlik’’ duruşunun korunmasını, Hindu inancındaki reenkarnasyon düşüncesine borçludur. Gerçekten reenkarnasyon öğretisi, kastı, babatan oğla geçen ve ruhları daha önceki yaşamlarında yaptıklarından dolayı ödüllendirme ya da cezalandırma amacıyla yaratılmış tanrısal bir kurum gibi göstermekle, sisteme mantıksal bir açıklama ve haklı gösterme olanağı sağladı.
          Kast sistemi ilkel atalarının büyü törenlerini, muskalarını ve düşünce alışkanlıklarını koruyan halklarca sürdürülen çok ilkel ve çok eski düşünce ve davranış kalıpları hit toplumunun dokusu içinde yarı gizlenmiş olarak kaldı (Özkalp,1983: 131-132)



Kaynakça

Giddens, A. (2012). sosyoloji. İstanbul: Kırmızı Yayınları.
Özkalp, E. (2012). Davranış Bilimlerine Giriş. İstanbul.
Temel Brinnica. (1992). İstanbul: Ana Yayıncılık.






[1] Muş Alparslan Üniversitesi,Fen Edebiyat Fakültesi,Sosyoloji Bölümü 2.Sınıf